Gençlerin küstahça aymazlaştığı, büyüklerin de sevgiden yoksunlaştıkları toplumumuzda bazı gerçekleri ortaya koymak bana sanki bir ödev gibi geliyor.

Bir sporcunun oyununu, fiziğini, giyim-kuşamını, saç şeklini, tavırlarını, söylemlerini beğenmeyebilirsiniz. Bunlar sizin kendi tasarruflarınızdır. Ancak onun gerçekleştirdiklerine saygı göstermeniz hatta şapkanızı çıkararak o önünüzden geçerken bir reverans yapmanız fevkalade doğru olacaktır.

Serena Williams sadece bir atlet, bir sporcu, tarihin en büyük kadın tenisçisi ya da yaşayan efsane değildir. O başlıbaşına bir ikon, bir diva, bir hanımağadır.

O, ABD’nin en yoksul, ayrımcılığa en fazla maruz kalan, çeteleşmenin, uyuşturucu satıcılarının zirve yaptığı mahallelerinden çıkarak ülkesinin başta renkdaşları olmak üzere tüm gençliğine nelerin mümkün olabileceğini, onlara önlerindeki yolun kapalı olmadığını, isterlerse, sebat ederlerse her tünelin aydınlığa açılan bir ikinci kapısı olduğunu ortaya koymuş bir yol göstericidir.

O çeteler ki satış üssü olarak kullandıkları kortu bırakmamak adına, kızlarını antrenmana getiren bir babayı onların gözleri önünde aylarca hastahanede yatıracak kadar dövmüşlerdir. O baba ki abla (Venus) şampiyonluklar ararken çömez (Serena) kardeşin “en büyük” olacağını söylemişti.

Serena’ya 17 yaşlarında başlayan 23 Grand Slam şampiyonluğu yetmemiştir. O aklına yatmayan, adil bulmadığı her kurala, kaideye karşı çıkmış ve kendi öngörülerini ifade etmekten çekinmemiştir. Yirmi küsur yıldan fazladır tenis başta olmak üzere yamuk gördüğü her kuralın üzerine gitti.

Zaman oldu ki onu bizden bildik. Zira böyle bir şampiyon, antrenman partneri olarak bizden birini seçmişti. Barış Ergün her iki koluyla da forehand vurabildiği için İstanbul’a geldiğinde Serena’nın dikkatini çekmiş ve yıllarca onunla birlikte turnuva dolaşmıştı. Bizimkinin vize sorunları nedeniyle işbirliği sona ermişti.

Ayrımcılar, kafatasçılar, cinsiyet eşitliğine karşı çıkanlar, zorbalar, başkanlara varana kadar çeşitli çiğ politikacılar onun testeresinden geçmişlerdir.

Sadece onlar mı?! Görevlerini gardiyanlıkla karıştıran nice hakemler, WTA ve ITF gibi tenisi yöneten kurumlar, kıymeti kendilerinden menkul muhabirler, bilgisi kıt fikri çok editörler hanımağadan nasiplerini almışlardır.

Serena Williams sadece bir tenisçi, sporcu ya da atlet olmaktan epey öte bir kişilikti. O hep bildiğini inandığını yaptı. Kimse onu yönlendiremedi. Efsanesi olduğu spor bile!

Emekliliğe ayrılma bildirileri genellikle bir basın toplantısıyla ya da beyaz camdan verilen bir söyleşiyle veya haber kanallarıyla yapılırken, Serena Williams bunu aylık bir moda dergisi olan Vogue’da yaptı. Hiç bir beylik kuralın onu durduramayacağının bir belgesi daha değil mi?

Tenisin sporcuyu öğüten dişlilerine yarın başlayacak “ABD Açık” sonrası itibarıyla veda edeceğini, modacılık ve girişimcilikle uğraşacağını ama bundan böyle ailesinin her şeyden önce geleceğini ve sağlıklı bir ortamda ikinci bir çocuğu da şiddetle istediğini ifade ediyordu (Son kazandığı Avustralya Açık’ı oynarken hamile olduğu ortaya çıkmıştı!).

Serena Williams’ı şimdiden özlemeye başladık bile. Tenis onsuz hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Sahaya giren hiçbir raket onun özgüvenine karizmasına yaklaşamayacaktır bile. Zaten bir şey yapmasına da gerek yok. Şimdilik korta çıkanların karizmadan hiç nasipleri olamaması insana otomatikman onu anımsatıyor.

Hani bir deyiş vardır: "Tüm renkler aynı hızla kirleniyordu birinciliği beyaza verdiler".

“Beyaz sporu” tenisi Afro-Amerikalı bir raket akladı!

Serena Williams.

Teşekkür ederiz.