“Roger ve Rafa’ya karşı dünyanın neresinde oynarsam oynayayım, kendimi deplasmanda hissediyorum. Çünkü her ikisi de yıllarca o kadar büyük işler yaptılar ki, benden fazla sevilmeleri ve desteklenmeleri çok doğal”

Dünya sıralamasında uzun süredir zirveyi domine etmesine rağmen, Federer ve Nadal’a karşı oynadığı maçlarda (kazansa bile) rakiplerinden daha az alkış almasıyla ilgili gelen bir soruya verdiği cevap bu şekildeydi Novak Djokovic’in. Büyük bir olgunlukla ve cesaretle kurmuştu bu cümleleri. Ancak özellikle son dönemde öyle işler başarmaya başladı ki, aynı saygıyı görmeyi fazlasıyla hak eder konuma geldi. Bir döneme damga vuran isimlerin tahtına aday olmak zor iştir, onları tahttan indirmek çok daha fazlasıdır. Hırs dolu olmakla birlikte asla bu saygıdan ödün vermeyen Novak, tamamen işine motive olarak 2015 yılında ipleri o kadar ele aldı ki, maç kaybetmek bir yana, set kaybetmesi haber haline gelmeye başladı.

Kadın tenisinde Serena için kurulan ‘Kazanmak isterse bir şekilde kazanır’ cümlesi, artık Djokovic için kurulur hale geliyordu. 
“Bu kusursuz kasırga diner mi bilemeyiz; ancak kesin olan bir şey var ki, 'tüm kulvarlarda zirveyi zorlayabilecek kadar iyi hissettiğini söyleyen Djokovic, gün gelip bunu gerçekleştirirse artık pek çok kişi şaşırmayacaktır” şeklinde bitirmiştim Pekin turnuvası sonrası yazdığım Djokovic temalı ‘Dinmeyen kasırga’ başlıklı yazıyı. Pekin’in devamında Şangay ve Paris’te şampiyonluk yaşamış şekilde geldi Londra’daki sezon sonu finallerine. Burada yer almayı da aylar öncesinden garantilemişti. Ancak yetmedi, rehavete kapılmadı, ödün vermedi. Çünkü kazanmak için yaşıyordu. Grup maçlarında ezeli rakibi Federer’den set alamadığında, herkes gibi ben de ziyadesiyle hakkını vermeye çalışmıştım ekselanslarının. ‘Set kaybetmeyen makine’yi set kaybetmeden yenmek çok büyük işti nihayetinde. Yine de ‘bu bir final veya herhangi bir tur maçı olsaydı Novak ikinci sette daha farklı oynardı’ diyenlerin sayısı da hiç az değildi. Muazzam turnuva çıkaran Roger ile yine kesişti yollar, bu kez yılın son resmi maçında, yani finalde. Çok kişinin beklediği, beklemekten çok görmeyi arzu ettiği eşleşme yine karşımızdaydı işte. Federer, Djokovic’e karşı 4 gün içinde ikinci kez mi kazanacaktı, yoksa Djokovic, ‘grup maçı başka, final maçı başka’ mı diyecekti? 

Senaryonun ikinci bölümü hayata geçti. ‘Bu derece egemenliğim altında geçen sezonda son sözü de ben söylemeliyim’ dedi adeta Djokovic. 44. dev buluşmada galibiyet sayıları 22’de eşitlenirken, Federer’i set vermeden yenen Nole,  bu yıl 11, toplamda 59. şampiyonluğunu elde edip, aynı zamanda sezon sonu finallerinde arka arkaya dördüncü kez mutlu sona ulaşmış oldu. 88 maçın 82’sini kazandığı yıl, kazanamadığı tek grand slam turnuvası Roland Garros oldu. 

“Hayatlarımıza çaresizlik duygusu egemendi. Hiçbir şey görmüyorsunuz ama bir saldırı olduğunu biliyorsunuz. Bekliyorsunuz ve uykuya dalıyorsunuz. Sonra birden o korkunç ses sizi uyandırıyor. Ama yine de savaş beni tenis oynamaktan alıkoymadı. Dün bombaladıkları yeri bugün bombalamazlar diye düşünüp Ana Ivanovic ile terk edilmiş bir yüzme havuzunda, filesiz şekilde tenis oynardık. Kaybetmediğimiz tek şey cesaretimizdi” şeklinde bir paragraf vardır Djokovic’in hayatını kaleme aldığı ‘Kazanmak için varım’ kitabında.  ‘Büyük şampiyonlar her zaman zengin tenis kulüplerinden çıkmaz’ yazar kitabın giriş cümlelerinde. 

“İkisi de yıllarca o kadar büyük işler yaptılar ki, benden fazla sevilmeleri ve desteklenmeleri çok doğal” cümlelerini kurma olgunluğuna sahip olmakla birlikte, kazanmak için yaşayan ve cesaretini asla kaybetmeyen bu adam, çok ama çok daha fazla, hem de ayakta alkışlanmalı 2016 yılında çıkacağı tüm maçlarda…