Tenis camiası son bir aydır kort içinde olup bitenlerden çok kort dışı haberlerin yorumlarıyla meşgul olmaya devam ediyor. Önce Sharapova’nın doping itirafı, geçtiğimiz hafta da birçok sporcunun dahil olduğu ‘erkek tenisçi-kadın tenisçi’ ikilemi kortun dışındaki gündemi çok daha fırtınalı hale getirdi. Elbette tüm branşlarda olduğu gibi sansasyonel açıklamalar, farklı yorumlar teniste de karşımıza çıkmaya devam edecek ancak bireysel bir spor dalı olması kadar tenisi diğer branşlardan ayıran en önemli faktörlerden biri, yılın her mevsimi, her hafta dünyanın farklı şehirlerinde turnuvaların var olması ve kort içi gündemin sürekli aktif kalmasıdır.


Son birkaç haftadır turnuvalarda olup bitenlerden ziyade spekülasyonlarla yoğrulmaya başlamış olsak da, yılın en değerli organizasyonlarından olan Indian Wells ve Miami özelinde kort içi gündemi de çok ıskalamamak gerekir. Farklı turnuvalardan farklı skorlar, alışmadığımız sonuç ve haberler gelmekle beraber, kupalardan giderek uzaklaşmaya başlayan iki isim dikkat çekmeye devam ediyor.


“Bu yıl tenisi bırakacak, tüm slam’leri kazanamamış olması onu çok yıprattı, hem fiziksel hem mental anlamda yoruldu” tarzı cümlelerle çok kişinin hakkında konuştuğu dünya 1 numarası Serena Williams, söylentilere kulağını kapatıp işini yapmaya devam etse de, son 2 yıldır sergilediği ‘insanüstü’ performansından oldukça uzaklaşmaya başladı. En son Miami’de Kuznetsova’ya (son iki set sadece üç oyun alarak) elenen Serena için filmi biraz geriye sarmak, tezimizi doğrulayabilir. Bu yıl Avustralya Açık, Indian Wells ve Miami olmak üzere üç turnuvada yer alan ve kupa alamayan Serena, geçen yıl yer aldığı son turnuva olan Amerika Açık’ta belki de yılın en büyük sürpriziyle yarı finalde elenmişti.


Cümleyi somut hale getirecek olursak, Serena Williams, son sekiz ayda toplam dört turnuvaya katıldı ve hiç şampiyonluk elde edemedi. Serena’nın kaldırdığı son kupa, ağustos ayının sonunda Cincinnat'de kaldırdığı kupaydı. Avustralya’da Kerber, Indian Wells’te Azarenka ve Miami’de Kuznetsova’ya kaybeden Williams için, eskiden kurduğumuz gibi ‘Bu mağlubiyet yılın en büyük sürprizlerinden biri’ cümlelerini de eskisi kadar kuramayabiliriz. Oyun olarak da ritminden uzaklaşma sinyalleri veren, mental olarak geri dönüşlerde zorlanmaya başlayan Serena elbette yılın devamında kupalar kazanacaktır ancak özellikle 2016’nın ilk bölümü, bir devrin sonuna yaklaştığımızın habercisi niteliğinde.


Hayal kırıklığı alanında zirveyi zorlamaya devam eden bir diğer isimse, yine son dönemin kupa hasreti çeken bir başka oyuncusu olan Rafael Nadal. İspanyol raket, bir yıla yakın süredir ilk dört oyuncu arasına girememekle birlikte, son şampiyonluk kupasını Ağustos 2015’te kaldırdığı için de bu alandaki hasretini sürdürüyor. İnişli çıkışlı performasına rağmen yine de ’Ritmini bulursa eski günlerine dönebilir’ cümlelerini çok kişiye kurduran Rafa için artık bu cümleler de anlamlarını yitirmeye başlıyor. ‘Yaşı ilerliyor, sakatlıklar etkilemeye devam ediyor, toprakta bile zorlanmaya başladı’ cümleleri artık çok daha baskın hale geldi. Kısacası aynen Serena gibi, Nadal tarafında da ciddi bir karamsarlık başlamış durumda.


2015 yılında üç kupa kazanan ve son beş senedir en az kupa kaldırdığı sezonu geride bırakan Nadal için yeni yıl da beklediği gibi başlamadı. Serena’nın aksine çok daha fazla turnuvada yer alan (bu yıl altı kez) Nadal, sıralamasından dolayı seribaşı olarak yer alamadığı turnuvalarda özellikle yarı finalde elenmelere abone oldu. Bu yıl üç kez yarı finalde elenen Rafa ve hayranları için gerçek hayal kırıklığı ise Buenos Aires ve Rio gibi toprak kort turnuvalarında finali görememesi. Nadal için bu yılın en büyük sınavı kuşkusuz Roland Garros olacak. Bu sınavı geçememesi tabi ki muhtemel fakat kupalardan bu kadar uzaklaşmaya başlamak İspanyol yıldızın geleceğiyle ilgili soru işaretlerini de iki katına çıkaracak.


“Bir zamanlar fırtınalar estirirdim, eskisi gibi değilim artık değiştim” sözleri, son dönemde sanki en çok Serena ve Nadal için uygun hale gelmeye başladı.