Novak Djokovic ve Serena Williams’ın diğerlerinden bir adım önde gittiğinden ziyade (onu zaten biliyorduk) ne kadar uzak ara farkla önde gittikleri onaylandı .

Williams senenin ilk 3 Major turnuvasını kazandığı için artık Amerika Açık turnuvasına kadar Grand Slam yapma şansı enine boyuna tartışılacak, ama unutulmaması gereken bir nokta daha var.  Wimbledon’u kazanarak Amerikalı raket 4 Majoru arka arkaya kazandı, ve kariyerinin ikinci “Serena Slam”ini yaptı.  2002-2003 yıllarında, yani tam 12 sene evvel ilkini başardığını göz önüne alırsak, ortaya akıl almaz bir dayanıklılık tablosu çıkıyor.  Serena seneler gittikçe yavaşlayacağına vites yükseltiyor.  Bu sene Amerika Açık kazanarak hem Steffi Graf’in Major sayısı rekorunu eşitleyebilir hemde Alman raket gibi Grand Slam yapmış olur.  Bu gerçekleşirse bir süre ikisinden hangisinin gelmiş geçmiş en büyük tenisçi olduğuna dair bin çeşit argüman duyacağız.  Ancak büyük ihtimalle 2016 senesinde bu spekülasyonlara Serena’nın kendi has cevabını verecektir büyük ihtimalle.

Novak Djokoviç’in istatistiklerini internet üzerinden bulmak kolay ve liste bir hayli uzun.  Ancak halen Djokoviç’in ATP denilen trenin lokomotifi olduğunu düşünmeyenler varsa şöyle bir değişik hatırlatma da bulunalım.  Aşağı yukarı bir düzine senedir Roland Garros Rafael Nadal’ın, Wimbledon ise Roger Federer’in arka bahçeleri olarak tanımlanılır.  Novak Djokovic ise 40 günlük bir süre zarfında en büyük iki rakipleri olan bu iki ismi kendi arka bahçelerinde devirmiştir.  Bunu da sadece bir set (yedi set puanı kaçırdığı) kaybederek yapmıştır.  

“Djokovic çim kortta oynayamıyor” – Hatırladınız mı?

Evet uzun süredir tenis takip edenler bu cümleyi (veya benzerini) çok iyi hatırlayacaklardır.  Hatta 2011’de ilk Wimbledon kupasını kaldırdıktan sonra bile, bu düşünce halen hakimdi. Özellikle Nadal ve Federer taraftarları o seneyi “anormal” bir rastlantı olarak görmüşlerdi.  Novak 2012’de yarı finalde turnuvayı kazanan Federer’e yenilmişti, bir sonraki sene finale tekrar çıkmıştı, ve son iki sene de finalde tenis tarihinin gelmiş geçmiş en iyi birkaç cim kort ustalarından birini yeniyor.  Bir diğer cim kort ustası Bjorn Borg’un 5 sene üst üste kazanırken yaptığı gibi, Sırp raket hiç bu zeminde başka turnuva oynamadan geliyor SW19 adresine.  

Stan Wawrinka’nın büyük fırsat kaçırdı.

Avustralya’da yarı final oynayan, Roland Garros’u da kazanan İsviçreli raket, ikinci hafta başladığında yarı finalde yine Djokoviç ile kozlarını paylaşacak diye beklenirken, sürpriz bir şekilde Richard Gasquet’ye beş sette yenilerek elendi.  Djokoviç’e Majörlerde kafa tutabildiğini defalarca göstermiş olan Stan the Man, Wimbledon’da yine bir hamle yaparak kendisini tenisin tepesine yerleştirebilirdi.  Bu açıdan bakıldığında bir nevi elindeki kuşu kaçırdı.

Eugenie Bouchard out, Garbine Muguruza in!

Bouchard zaten “out” olma yılında hızla ilerliyordu ve Wimbledonda bu düşüşü devam ettirdi.  İlk turda son 14 maçındaki 12. mağlubiyetini aldı ve elendi.  Çok değil, daha geçen sene 4 Majorden 3 tanesinde yarı finale çıkan Bouchard’a tenisin yeni yüzü olarak bakılıyordu.  Kanadalı tenisçi hızla düşerken, Wimbledon’da elit tenisçiler arasına girmeye aday yeni bir yüz çıktı ortaya: Garbine Muguruza.  Özellikle içten konuşmaları ile ve sempatik diyalogları ile birçok tenisseverin gönlünde taht kuran İspanyol raket neredeyse her yönü ile sosyal ve halkla ilişkiler konusunda mütemadiyen yanlış adımlar atan Bouchard’dan çok farklı bir profile sahip.

Martina Hingis, Hindistan’da en sevilen sporcu.

Yakın zamanda Hindistan hükümetinin özel davetlisi olarak Martina Hingis adına bir şölen düzenlenirse şaşırmayalım.  Laender Paes ile Avustralya Açık karışık çiftler zaferini kazanan Martina Hingis, Wimbledon’da aynı zaferi tekrarlarken, bayanlar çift turnuvasını ise diğer bir Hint tenisçi Sania Mirza ile kazandı.  Hindistan tenis tarihinde böylece ilk defa bir kadın tenisçi Major turnuvada zafere ulaştı. 

Seyirciler erkekleri seyretmeyi tercih ediyor.

Bayan tenisi her ne kadar son zamanlarda eşitlik konusunda büyük adımlar atmış olsalar da tenisseverlerin tercihi konusunda halen yokuş çıkmaktalar.  Wimbledon esnasında çeşitli anlarda bu belirli bir şekilde ortaya çıktı.  Cuma günü erkekler yarı finallerinden ilki oynanırken (Gasquet – Djokoviç), Henman Hill tıklım tıklımdı, ve Wimbledon genel alanında binlerce tenisseverler ya kortları geziyorlardı, ya alışveriş yapıyorlardı.  Aynı esnada 14 numaralı kortta (ki bu kort yaya trafiğinin en yüksek olduğu noktalardan birinde) bayanlar finalisti boş tribünler önünde ertesi gün oynayacağı finale hazırlanmak için antrenman yapıyordu.  Perşembe sabahı ise Henman Hill kadınlar finali başlamadan 1 saat evvel dolmaya başlamış iken, Cuma sabahı erkekler yarı finallerini seyretmek için kapıların ilk açıldığı andan itibaren Henman Hill’e acele ile gidip elverişli yer kapmaya çalışanların sayısı çok yüksekti.  Daha maçlar başlamadan evvel yamaç neredeyse tam dolu hale gelmişti.

Erkeklerde Amerikan tenisi yakında hayata tekrar dönebilir.

2014’te Wimbledon junior erkekleri Amerika’li Noah Rubin kazanmıştı.  2015 Roland Garros’u ise Tommy Paul ve Pazar günü de Wimbledon’u Reilly Opelka kazanınca son 5 Major turnuvada 3 ayrı Amerikalı genç kupayı kaldırmış oldu.  Ayrıca bu Wimbledon’da sekiz çeyrek finalistten dört tanesinin Amerikalı olduğunun altını çizelim.  Stefan Kozlov, Francis Tiafoe ve bu Wimbledon’a bir numaralı seri başı olarak giren Taylor Fritz’ide hesaba katarsak Amerikalı tenisseverlerin bu gelen nesile bakıp heyecanlanmaları gayet doğal.

Bayanların geleceği Doğu bloku ülkelerinde.

21. yüzyıla giriş yapıldığından beri zaten Rusya ve doğu blok ülkeleri fabrika gibi tenisçi yetiştiriyorlar.  Önümüzdeki senelerde bu orantı daha da artabilir. 2013’un başından beri İsviçre’li Belında Bencic ve İspanyol Paula Badosa Gibert hariç diğer tüm Major kazanan junior kızlar ya Rus ya doğu bloku ülkelerinden.  Wimbledon’da bu iyice resmileşti. 4 yarı finalistlerin hepsi bu iki yerden gelirlerken, finalde iki Rus raket Sofya Zhuk ve Anna Blinkova karşılaştı.  Turnuvayı kazanan Zhuk henüz 15 yasında!

İngiliz basını gibi provoke eden yok.

Wimbledon’da İngiliz medyası adeta kuşatma yapıyor.  Her dergi, her gazete, ve birçok radyo istasyonundan çalışanlar etrafta cirit atıyor.  Haliyle aralarında sansasyonel haber kovalayanlar kesin oluyor.  Bu elemanlar oyuncular ile olan basın toplantılarında en ufak detayı kovalıyorlar ve oyuncuların ağzından çıkanı saptırmak için fırsat arıyorlar.  Bazen bunu yapmaya ihtiyaçları kalmıyor, zira Nick Kyrgios ve Bernard Tomic gibi onlara istedikleri malzemeyi veren tenisçilerde çıkabiliyor.  Önceki yazılarımdan birinde Kyrgios’un nasıl provoke edildiğini yazmıştım (tabii Nick’in kendisinin de hatası var, orası ayrı).  Ancak aynı gazeteciler Djokovic’e aynı şekilde sataşmaya çalışınca Sırp oyuncu bir türlü onları tatmin edecek cevapları vermedi.  Sınırlı bir anında top toplayıcı bir kıza bağırmasını uzun bir hikayeye döndüren bir İngiliz basın organının yazdığı hakkında kendisine soru gelince Novak kız ile konuştuğunu ve herşeyin yolunda olduğunu söyledi. Olayı bir İngiliz medya organının abarttığını söyledi.  Daha lafını bitirirken hemen İngiliz bir gazeteci hangi medya kuruluşundan bahsettiğini sordu. Novak “biliyorsun hangisi olduğunu” deyince hemen gazeteci ısrar etti ve “Hayır bilmiyorum, hangisi?” diye yeniden sordu.  Djokovic usta bir şekilde yarı gülümseme ile “İstemiyorum söylemek, sen biliyorsun” diye kapattı ve başka yere doğru bakıp soru beklemeye başladı.  Zaten moderatör de araya girecek ve sözü başkasına verecekti.  Böylece Novak ne o medya kuruluşunun ismini söyleyerek reklamını yapmış oldu, ne de münakaşaya girmiş oldu.  Nick Kyrgios’un öğreneceği çok şey var Djokovic’ten, hem kort içinde hem dışında.

Rafa’yı yenmek, yenilmek anlamına geliyor!

Dustin Brown ilk günlerin en büyük süprizini Rafael Nadal’ı eleyerek gerçekleştirdi.  Bir sonraki turda Victor Troicki’ye elenmesi ise sürprizin aksine özel bir istatistik göz önüne alındığında tamamen olağan bir durum.  Wimbledon’da dört senedir Rafa’yı erkenden eleyen düşük sıralamalı oyuncuların hepsi bir sonraki turda eleniyor (sırası ile Lukas Rosol, Steve Darcis, Nick Kyrgios, Dustin Brown).

Wimbledon ve kötü hava illaki kol kola gezmiyorlar.

İkinci haftanın Salı ve Çarşamba günleri verilen kısa aralar hariç, yağmur Wimbledon’u bu sene hiç etkilemediği gibi, tam aksine günlük güneşlik bir turnuva yaşandı.  İlk hafta Salı günü ise Wimbledon tarihinin en sıcak günü yaşandı.  O sabah Centre Court’a fazla sıcak basmasın diye maç başlama saatine kadar çatıyı kapamaya bile karar verdi organizatörler.  Bir top toplayıcıda John İsner – Matthew Ebden maçında sahada bayıldı.  En yüksek rakam olarak 35,7 dereceye kadar çıktı sıcaklık.  Ancak hafif esen bir rüzgarda aynı zamanda vardı.  Wimbledon’da havanın turnuva programına bu kadar az etkisi olduğu çok ender oluyor.

Bam! Bam! Bam! Bam!

Federer’in servisinden bahsederken Gilles Simon’un söylediği bir cümle ile bitirelim.
“0-30 öne geçiyorsun, kıracağım zannediyorsun, sonra birden Bam! Bam! Bam! Bam! ve.... voilà... oyun bitiyor”