Sabah maçlar başlamadan bir saat kadar evvel vardığımda devasa kuyruklar ile karşılaştım içeri girene kadar. Benim akreditasyon olduğu için ayrı kapıdan girebildim ancak biletli seyircilerin istedikleri korta zamanında ulaşıp ulaşmadıklarına emin değilim zira kapılar tekrar açıldığında maçların başlamasına yaklaşık 20 dakika kalmıştı. En başta ilk reaksiyon olarak sebebini Federer ile Nadal’ın aynı gün oynamasına yormuştum ama meğerse Wimbledon’da ender görülen genel bir elektrik kesintisi olmuş ve bu yüzden girişte makineler çalışmıyormuş. Sadece girişte değil, medya odalarına ve mutfaklara kadar girmiş bu kesinti. Nihayet her şey normale döndü ve maçlar başladı.

Genelde oyuncuların tenisini kötülemeyi sevmem çok ender durumlar hariç. Seyrettiğim ilk maç, ilk set daha doğrusu, bunlardan biriydi maalesef. Büyük ümitlerle gittiğim Alison van Uytvanck – Svetlana Kuznetsova maçında ilk sette ortaya konulan tenis kalitesi hayal kırıklığı oldu. İki tenisçi de hata üzerine hata yaptılar ve sonunda ayakta kalıp ilk seti alan, puan başladığında hemen ilk hatayı yapmayan (!) van Uytvanck oldu. Geçen sene dördüncü tura çıkmış olan Belçikalı raket yakaladığı kısa topların neredeyse hepsinde (ki sevdiği toplardır, fileye çıkar arkasından) ya fileyi buldu ya da bir metre veya fazlası ile dışarı attı. Uzayan rallilerin çoğunu kazanacağını zannettiğim Kuznetsova ise set boyunca rutin hatalar yapmaya devam etti. İki oyuncunun da servisini birden fazla kez kaybettiği set, Sveta’nın raket kenarı ile vurduğu forehand’ın uçarak dışarı gitmesi ile kendisine yakışan sonu buldu. Hemen ayrıldım o korttan. Sonra gördüğüm kadarı ile üçüncü sete uzamış maç ve Van Uytvanck kazanmış.

GRIGOR DIMITROV'UN ÇÖKÜŞÜ
Akabinde Dominic Thiem ile Sam Querrey’nin maçına gittim. İlk iki set öyle bir görüntü verdi ki, maçın her setinin tie-break ile biteceği hissine kapıldım. Mesela 7-6 5-4 Thiem öndeyken Querrey 34 ilk servis puanından 33’unu kazanmış bulunmaktaydı ve Dominic ise hiç servis kırma puanı tehlikesi yaşamamıştı. Sonra o oyunda birden Querrey üç tane ilk servis puanı kaybetti, araya bir de çift hata sıkıştırdı ve Thiem iki set puan elde etti. İkincisinde Querrey’nin raket kenarı ile vurduğu forehand havalara uçtu ama hayret bir şekilde içeri düştü ve birkaç vuruş sonra puanı Querrey kazandı. Oradan seti çeviren Amerikalı raket tie-break’i de alarak setlerde 1-1 eşitlik sağladı. Üçüncü sette skor 3-3 iken Thiem bir servis kırma şansı daha elde etti ama Querrey iyi servis atarak buna izin vermedi ve 4-3 öne geçti.

Ve sanki sihirli değnek değdi o anda Thiem’e...

4-3 oyununda birden arka arkaya dört basit hata yapıp servisini kaybeden Thiem ani çöküşe geçti (dünkü Dimitrov’un dördüncü ve beşinci setlerde eriyişi halt eder bunun yanında) ve maçın geri kalan kısmı tek oyun bile kazanamadı. O ana kadar hiç servisin kırılmadığı, hatta Querrey’nin servis kırma şansı bile yakalayamadığı maçta, Thiem servisini birden arka arkaya dört defa kırdırdı. Son setin tamamı kendi servisinde sadece iki puan aldı (hayır, yanlış okumadınız).

Thiem adına kötü bir mağlubiyet olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. “Big 3”ye en ciddi rakip olarak görülen bir oyuncunun bu tip maçları kazanması gerekir kanımca. Yanlış anlaşılmasın, Querrey sağlam bir maç çıkardı ama fırsatları kaçıran hep Thiem idi. Üstelik son 45 dakikada ortadan kayboluşu hiç iyi sinyal olmadı. Son 1-2 senede sert kortlarda gösterdiği ilerleme ve toprakta elde ettiği başarıları göz önüne aldığımızda, bu performansını tamamen “çim kort” faktörüne bağlayamayız kanımca. Burada önemli bir mental yıkım yaşadı ve tepedeki elit tenisçiler dediğimiz grupta buna yer olmadığını sanıyorum. Zaten herhalde kendisi de bunun farkındadır ve ekibi ile gerekli önlemleri alacaklardır.

Daha sonra dikkatimi biraz show kortlarına çevirdim. Öyle ya, bana kalsa ilk hafta dışarı kortlarda oyuncuları seyretmeyi tercih ediyorum ve show kort maçlarını daha çok ilerleyen turlara saklıyorum. Ama bugün ana kortlarda da ilginç maçlar vardı. Pazartesi skorları ve arka arkaya gelen beklenmedik skorlar üstümde etki bıraktılar galiba, çünkü bir anlığına hem Centre Court’ta hem Court no.1’de iki favori raket bir ve beş numaralı seri başları Ashleigh Barty ve Angelique Kerber’in maçlarını ikişer sette kazanmalarını biraz garipsedim desem yalan söylemiş olmam!

KYRGIOS AYRI BİR YAZI KONUSU
Nihayet herkesin dilinde bitiremediği Nick Kyrgios maçına uğradım ve arka arkaya beş oyunu sıfır efor ile oynayıp dördüncü seti adeta rakibine hediye edişini izledim. Hemen uzaklaşıp başka kortlara yöneldim (arkadan beşinci sette almış, orası ayrı, ama efor konusu için apayrı bir yazı gerekir ve buna enerjimi harcamayı arzulamıyorum açıkçası). Daha doğrusu yönelemedim çünkü bir anda açlık bastı ve henüz hiç bir şey yemediğimi hatırladım. Hemen çabuk bir sandviç yiyip problemi sona erdirdim ve biraz oyuncuların basın toplantılarına göz attım (tabii bu arada biraz tenis kaçırdım ama artık olacak o kadar).

Jo Konta ile Ana Bogdan’ın maçını baştan sona seyrettim. İlk set çok çetin geçti ama son oyunda rakibinin servisini kıran ve seti kıl payı kapan Konta ikinci sette açıldıkça açıldı ve gayet güzel bir tenis ortaya koyarak maçı 7-5 6-2 kazandı. Romanya için zaten kara bir gündü. Kadınlarda diğer iki temsilcileri de set kazanamadan elendiler (Sorana Cirstea ve Elena-Gabriele Ruse).

Bu arada hemen belirteyim, “Big 3” taraftarları okurlar kusura bakmasınlar onlardan pek bahsetmiyorum ilk tur yazılarımda (ama eminim bahsedenleri bulmakta güçlük çekmezsiniz çok gerekirse). İlk turlarda diğer maçlara yöneliyorum zira üç büyüklerin ikinci hafta, en azından bu hafta sonuna kadar, burada olacakları neredeyse garanti dersem abartmış olmam sanırım.

Akşam üzeri iki maç arasında gelip gittim ve bu yüzden diğer maçları pek seyredemedim. Mesela çok merak ettiğim Cilic-Mannarino maçının tek puanını bile göremedim ama gördüğüm iki maç günü bitiriş açısından bir hayli doyurucuydu. 18 no’lu kortta Amerikan Frances Tiafoe ile İtalyan Fabio Fognini zevkli bir beş setlik maç oynadılar. Aynı anda 1 no’lu kortta çim sezonunun formda isimlerinden Alison Riske ile 22. seri başı Donna Vekic arasındaki maç da son sete uzadı.

Fognini - Tiafoe maçında seyirci desteği her iki oyuncuya da bir hayli vardı, Üstelik 18 no’lu kortta tribünler dolu olduğu zaman ortaya çıkan atmosfer Wimbledon'un en hoş görüntülerinden biri (meşhur Mahut-İsner maçının oynandığı kort). Fognini’nin maçın sonlarına doğru seyirci coşkusundan yararlandığı kesindi. Zaten seyirciye oynamayı seven bir tenisçi olduğu için vuruş kalitesini yükseltti ve son oyunu puan vermeden kazandı (Tiafoe da return vurmakta bir hayli zorlandı). Maçtan sonra seyircileri selamlayışı ve kimsenin duymamasına rağmen mütemadiyen onlara bir şeyler söyleyerek öpücük dağıtması görülmeye değerdi.

Bu ay içinde evlenecek olan Riske ise muazzam bir geri geliş ile günü kapadı. İlk seti 6-3 kaybeden Amerikalı tenisçi, son sette de 4-1 geriye düşmesine rağmen maçı bırakmadı ve tekrar geri geldi. 5-5'te maça yaklaşık 15 dakika ara verildi ve tarihinde ilk defa 1 no'lu kortun üstü kapandı. Riske moladan sonraki iki oyunu kazanarak günün perdesini kapadı.

O sıralarda Wimbledon'a bugün 43,272 kişinin geldiği ve kapasitenin dolduğu anonsu yapıldı.

DEMEÇLERDEN ORTAYA KARIŞIK
Şimdi biraz oyuncular neler demişler oraya gelelim. İşte size ufak bir demet:

-- Maria Sharapova (maçı son set 0-5 gerideyken bırakması üzerine):

Soru: “Belli ki son oyunu oynayamacak kadar canın acıyordu.”

Cevap: “Son seti oynayamayacak kadar acıyordu ama elimden geleni yaptım.”

-- Johanna Konta (Kent Düşesi ile yaptığı kısa görüşmesi hakkında):

Soru: Forehand’i nasıl?

Cevap: Bilmiyorum.

-- Dominic Thiem (ilk servisini kaybettikten sonraki çöküşü hakkında):


“Servis kırma şansından ilk o faydalanınca biraz kırıldım.”

-- Ashleigh Barty:

Soru: “Senin için yılı bir numara bitirmek, Majör kazanmış olmak, ve Fed Cup kazanmış olmak ne ifade eder?”

Cevap [gülümseyerek]: “Fena bir sene geçirmiş olmam değil mi?”

-- Nick Kyrgios:

Soru: “Dördüncü sette halka yedin ve sonra çevirdin ama.”

Cevap: “Evet kendi sorunu kendin cevaplamış oldun, değil mi?”

Bir de kendi gözlerimle gördüğüm bir yüz ifadesi var ki sözlere dökmek zor, ama deneyeyim. Yenildikten sonra James Ward’a bir İngiliz gazeteci “Şimdi planların nedir?” diye bir soru yöneltti. Bu soru arada sırada soruluyor mağlup gelen oyunculara ve amaç bir sonraki turnuva planlarının ne olduğunu veya dinlenip dinlenmeyeceklerini öğrenmek. Ward şu cevabı verdi: “Çiftler maçım var. Ne zaman oynayacağımızı öğrenmek için bekliyoruz. Belki yarın.”

Bu cevabı dinlerken soruyu soran basın mensubunun yüz ifadesinin ne şekiller aldığını ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...