Eskiden beri kullandığım bir terim vardır, arkadaşlarım çok iyi bilir. Bazen bir oyuncu müthiş bir performans çıkarır, şahane oynar. O kadar mükemmel oynar ki arada sırada yaptığı tek tük hataları bile görmezden gelirsiniz. Sonra anlatırsınız arkadaşlarınıza nasıl oynadığını ve sizi dinlerler. Bazen de bir oyuncu öylesine inanılmaz bir performans ortaya koyar ki, dünya üzerinde olan örnekler ile anlatamazsınız, ya size inanmazlar, ya da gözleri ile görmeleri gerekir tam anlayabilmeleri için. Çünkü yeryüzünde böyle bir şey görülmemiştir (laf gelişi). İşte bu tip ender oynayanlar için "uzay tenisi oynadı" demek her zaman aklıma gelen tek ifade şekli olmuştur. Şimdi geldik senenin ikinci Majör turnuvasının yarı finaline. Buraya kadar çok güzel oynayanlar oldu ve aralarından hala devam edenler de var. Örnekler Lucie Safarova, Jo-Wilfried Tsonga, Ana Ivanovic ve Andy Murray.

Bir de uzay tenisi oynayanlar var...  

Erkekler tablosunda bunlardan iki tane var. Ve bu ikisi yüzünden, çok değil birkaç sene evveline kadar birçok tenisseverin kulağına masal veya bilim-kurgu yapımı bir film gibi gelecek olan "Rafael Nadal ve Roger Federer'siz Majör yarı finalleri" nosyonu artık gerçeğe dönüşmüş durumda. Aslında ilk defa olmuyor. Mesela 2013 Wimbledon'da da şok denilecek skorlar ile Nadal ve Federer daha ilk haftada Steve Darcis ve Sergiy Stakhovsky tarafından saf dışı edilmişlerdi. Bu iki sonuç, o sene inanılmaz bir şok etkisi yaratmış olmasına rağmen şimdiki durumda şöyle bir gariplik var. Cuma günü oynanacak olan yarı finallerde iki efsane oyuncunun ismini görememek tenis dünyasını yakından izleyenler için çok büyük bir sürpriz temsil etmiyor. Üstelik ikisi de çeyrek finallerde tek set dahi alamadan saf dışı kalmış olmalarına rağmen bu izlenim mevcut. Çünkü maçları seyredenler Stan Wawrinka ve Novak Djokovic tarafında çok özel iki performansa şahit olduklarının farkındalar: Uzay tenisi performansları.

Salı günkü maçı görmediyseniz bile, Wawrinka'nın vatandaşını ne kadar domine ettiğini anlamak için rakamlara bakmanız yeter. İşte birkaç inanılmaz istatistik:
- Wawrinka ilk servisle girdiği puanların %90'unu kazanmış (ikinci set 100%!)
- Federer 28 winner vururken, Wawrinka sadece forehand'i ile 22 tane vurmuş (toplam 43)
- 2002 Amerika Açık turnuvasından beri ilk defa bir Majör turnuvada Federer rakibinin servisini kıramadan maç bitirmiş.

Ama maçı gördüyseniz zaten rakamlara gerek yok. Wawrinka ilk iki servisinde dört servis kırma puanı kurtardıktan sonra maçın geri kalan kısmında, Federer servis kırma puanı bile elde edemedi. Wawrinka gülle gibi servis atıyordu, Federer zar zor geri çeviriyordu ve puanın geri kalan bölümü, agresif dövüşen bir boksör ile iki elini yüzüne kaldırıp siper edinen, aslında atağa geçmek isteyen, ama bir türlü o fırsatı bulamayan bir boksörün maçına benzemişti. Federer'in maç sonrası basın toplantısında dediği gibi her türlü stratejiyi denemişti ama Stan hepsine cevabı vermişti.

Gelelim Çarşamba'ya. Birçok insanın gözünde doruktaki formundan dolayı turnuvanın favorisi olarak ilan edilen Novak Djokovic, Roland Garros'un kralı Rafael Nadal ile Philippe Chatrier kortunda buluştu. Üstelik Nadal'ın 29. yaş günü idi. İlk sete fırtına gibi giren Djokovic, tıpkı Monte Carlo finalinde olduğu gibi Nadal'ı bir köşeden diğer köşeye dolaştırıyor ve puanları alıyordu. Tam ilk setin rahat biteceği zannedilirken, sahneye hiçbir durumda bir puanı bile boşa oynamayan Nadal çıktı. Teker teker oyunları skoru alıp 4-4'e kadar getirdi. Ondan sonra müthiş heyecanlı dört oyun seyrettik. Özellikle Nadal bu sene toprakta göremediğimiz bir tenis oynamaya başladı. Topları derin gidiyordu ve Djokovic'i fazla risk almaya zorluyordu. Nitekim baskıyı hisseden Novak'ın hataları o oyunlarda fazlalaştı.

1 saat 7 dakika süren setin en kritik anı, oyunlarda 6-5 Djokovic üstün iken, Nadal'ın kendi servisinde 30-15'te önde olduğu zaman geldi. 40-15 yapıp tiebreak'e uzatmayı planlayan Nadal filede rutin bir smaçı beklenmedik bir şekilde dışarıya attı. Hafızası keskin olanların aklından hemen Djokovic'in geçmiş Roland Garros'larda Rafa ile oynadığı maçlarda çok önemli puanlarda kaçırdığı hayatı smaçlar geçti. En meşhurunun 2013 yarı finalinde beşinci ve son sette 5-3 öne geçecekken raketinin fileye çarpması sonucu puanı kaybettiği smaç olduğunu unutmayalım. Oradan maç dönmüştü. Nadal'ın kaçırdığı bu smaş da çok pahalıya patladı. 30-30'u bulan Djokovic affetmedi ve seti o oyunda kapamasını bildi.  

İkinci setin başından itibaren rakibini gittikçe bunaltan, güveni her oyun biraz daha artan ve bu motivasyon ile vuruşlarında daha da risk almaktan çekinmeyen bir Djokovic'e karşı çaresiz kalmış, çözümü paralel sert vuruşlarda veya bol drop shot yapmakta arayan (ki ikisi de normalde İspanyol raketin A planı değil) bir Nadal vardı. Aslında iki tenisçi de ikinci setin başında yorgunluk belirtileri göstermişlerdi ama, tenisçiler bunu iyi anlayacaklar, kondisyon eksikliği veya yorgunluk, kazanıldığı sürece hissedilen adrenalinden dolayı pek yüz üstüne çıkmaz. Ne zaman ki kaybetmeye başlarsınız o zaman yorgunluğunuzun farkına varırsınız. Kanımca Nadal'ın, özellikle ikinci set 3-3'ten sonra yaptığı hataların büyük bir bölümü, acele ederek puanı erken bitirmek isteğinden kaynaklandı. Son olarak maç puanında Nadal'ın çift hata yapması adeta Djokovic'in ona karşı Roland Garros'ta keybettiği maçları belleklerde canlandırdı. Hem 2013 yarı finalinde, hem de geçen seneki finalde Djokovic maçı çift hata yaparak bitirmişti. 

Sonuçta Djokovic 10 senedir Roland Garros'ta sadece bir defa yenilmiş olan Nadal'ı üç sette yenerek bir ilki başarmış oldu. Bir diğer ilginç bilgi daha verelim. Björn Borg kariyeri boyunca sadece iki defa yenilmişti (ikisi de İtalyan Adriano Panatta'ya karşı) Paris'te. Aynı Nadal gibi birini ilk 16'da, diğerini ise çeyrek finalde kaybetmişti. AçıkDönem'in gelmiş geçmiş en iyi iki toprak kort oyuncusunun bir detayda birbirlerine olan bu benzerliği büyük rastlantı.

Yarın bayanlar yarı finallerine konsantre olacağız. Orada da bir tane uzay tenisi oynayan var, adı Timea Bacsinszky. Bugün Alison van Uytvanck'a karşı balyoz gibi vuruşları ile puan üstüne puan kazandı. Son 12 ayda yaşadığı çıkış tenis dünyasında çok az görülmüştür. Üstelik çok değil daha iki sene evvel uzun bir aralıktan sonra tekrar tenise dönme kararınını hasbel kader almış olmasına rağmen. Rakibi Serena Williams'a karşı şansının olup olmadığını merak edenler var. Ben o soruyu başka bir soru ile yanıtlayayım: Şu dönemde Bacsinszky'den başka Serena'yı yenebilecek oyuncu var mı?

Tekrar görüşmek üzere.