Cumartesi gününe herkesin ilk haftadan beri beklediği finali görecek olmanın heyecanı ile girdi tenisseverler.  Perşembe günü yazdığım gibi bayanlarda ilk 3 seri başı elendikten sonra en yüksek seri başı kalan ve çok formda olan Simona Halep ile bir hayli zorlandıysa da finale erişmeyi ulaşmayı başaran Maria Sharapova arasıdaki maç zaten ilk hafta sonundan beri herkesin beklediği bir finaldi.

Sharapova ile Halep arasındaki maçın her dönemecine ve her setine ayrıntıları ile alakalı uzun uzun yazacak değiliz.  Halep’in nerelerden gelip ilk 5’e girdiğini veya Sharapova’nın son 4 maçta kortta ne kadar dakika kaldığını gösteren rakam ve istatistiklerede limite etmeyeceğiz bu maçın analizini.  Çünkü burada kutlanması gereken daha önemli bir konu var.  Gerek yarı finaller maçları ile olsun, gerekse bugün ku final maçı ile olsun, WTA bir nevi yeniden doğuş yaşadı bu Roland Garros’ta.  21. yüzyılda Paris şadece bir tane dramatik adlandırılabilecek bir final yaşamıştı: 2001’de Jennifer Capriati Belçika’li Kim Clijsters arasında oynanan maçı Amerika’li tenisçi son set 12-10 kazanmıştı.  Bir tane müthiş çıkış yakalayan oyuncu ile televizyon dizilerindeki senaryolara taş çıkartan bir hayat hikayesi olan ve kortlara hızlı bir geri dönüş yaşayan bir diğer tenisçi arasında 2 saat 21 dakika süren maça dünyanın meşhur spor dergisi Sports İllustrated tarafından ‘maraton’ denmişti. 

Williams’ların çıkışı, Belçika’li Clijsters ve Justıne Henin’in tepedeki yarışa katılışı, Capriati’nın sükseli geri dönüşü, Martina Hingis’in ustalığı, 2000’lere başlarken bu maç WTA tenisinin en verimli senelerini yaşadığını tekrar vurguluyordu.  Fakat o gün bugündür yeni yıldızların çıkmaması ve olan yıldızların birçoğunun yaşlanıp tenisi bırakmalarına bir de uzun seneler boyunca görülen kısa ve heyecansız Slam yarı final ve final maçları eklenince, WTA ciddi bir popülerlik sıkıntısına girmişti.  2000’lerin ortasında tepeye yerleşen Maria Sharapova ile biraz kan değişikliği gelse bile sonraki yarım düzine sene renkli ve istikrarlı şekilde tepedeki isimlere rekabetlik yapabilen oyuncu çıkmadı.  Bu yüzden son 6-7 senedir, çok fazla aynı isimler Slam’lerin son haftalarında görünülüyor, ve bir çok maçlar 1 saat veya civarı bir zamanla sonuçlanıyorlardı.  Hatta o yukarıda bahsettiğim Capriati – Clijsters maçından beri üç setlik maç hiç oynanmamıştı Roland Garros finallerinde.

İlk defa bu Roland Garros’ta artık WTA’de yeni oyuncuların artık alışılagelmiş kadroyu tehdit ettiklerini ve onlara karşı üstünlük kurdukları konfirme edildi.  Evet, Garbine Muguruza, Eugenie Bouchard, Simona Halep, Caroline Garcia, Ajla Tomljanoviç, Sloane Stephens ve nice diğerleri artık burdalar ve bir yere gitme niyetleri yok.  O zamanların altın dönemini damgalayan Capriati–Clijsters maratonundan 41 dakika daha uzun süren bugünkü Sharapova–Halep maçı acaba muhteşem bir final olma dışında, WTA için yeni bir altın döneminin habercisi olan bir maç olarak tarihe geçecek mi?  İki oyuncunun da maç boyunca tenis seviyelerini mütemadiyen yükseltmeleri ile bu kadar yüksek kalitede oynanılan bu final, ümit ediyoruz ki WTA için de ileride tenis tarihine geri bakıldığında yeni bir döneme damga vuran maç olarak hatırlanacaktır. Bu müthiş maça tarihte bu tip özel bir parantez yakışır.

Büyük şampiyon Maria Sharapova’ya tebrikler ve bir o kadar büyüklük yolunda ilerlediğini bu Roland Garros’ta ispatlayan Simona Halep’e ayrı bir bravo.  WTA’in ihtiyacı olan enerji aşılamasını bugünkü maç ile sağladılar. Gerisi diğer oyuncuların kervana katılması ve WTA’in bu yeni ürünü pazarlama konusunda ustalığına bağlı. WTA bu tekrar yükseliş dönemi potansiyelini harcamamalı diye düşünüyorum.