Gaël Monfils (10) - Lucas Pouille (24)

Çeyrek finale çıkan üç Fransızdan ikisini karşı karşıya getirecek olan bu maç, atletik potansiyelini tenis kariyerine bir türlü yansıtamamış olan ve birkaç gün evvel 30 yaşına basan Gaël Monfils ile geleceği parlak gözüken ve ATP basamaklarını hızla çıkan 22 yaşındaki Lucas Pouille’ü karşı karşıya getirecek. Kağıt üzerinde Monfils’in favori gözüktüğü maçın bir baseline düellosu şeklinde geçeceği şüphesiz. Ama hatırlatalım, Roberto Bautista-Agut ile Rafael Nadal’da genç Fransız rakete karşı favori çıkmışlardı. Buna mukabil son birkaç aydır ve bu turnuvada gösterdiği performansı göz önüne alarak Monfils’in kariyerinde önemli bir fırsat yakaladığını düşündüğünü ve motivasyonunun çok yüksek olacağını göz ardı edemeyiz. Eminim Pouille Nadal’ı saf dışı ettiğinde New York şehrindeki en mutlu ikinci tenisçi Monfils idi (birinci Pouille).

İki Fransız raketin geçmişte bir kere oynamış olmaları, o maçın diğer bir Grand Slam turnuvası olan Avustralya Açık'ta oynanmış olması ve beş sete uzamış olması iki oyuncunun aslında birbirlerine yakın seviyede olduklarını gösteriyor. Üstelik ikisinin form grafiklerinin o günden beri yükselmiş olması maçın bir hayli zevkli geçeceğinin anonsunu adta vermekte. Bunu önleyebilecek yegane iki faktörden bahsetmek isterim.

Birincisi Pouille’un bir haftada 19 set oynamış olması ve Monfils’in ise aksine set vermeden çeyrek finale çıkmış olması. Genelde Majörlerde ilerleyen turlarda kondüsyon sıkıntısı çeken Monfils belki de ilk defa ikinci hafta oynayacağı bir rakibe karşı bu açıdan avantajlı durumda korta ayak basacak. Şahsen Pouille’un inanılmaz kondüsyonlu bir oyuncu olduğunu (Nadal ile beşinci set başladığında çoğu insanın aksine yorgunluk faktörünün rol oynamayacağını düşünmüştüm ve vurgulamıştım) ve gerekirse beş setlik bir maç daha oynayabileceğini düşünmekteyim. Ancak bu maç herhangi bir diğer uzun maç ile kıyaslanamaz. Hatta 3 veya 4 setlik bir maç bile olsa, Monfils’e karşı galip gelmek isteyen her tenisçinin depoladığı kalorilerin tamamını tüketmek zorunda kalma ihtimali yüksek. ATP’nin en çabuk oyunculardan biri olan Monfils, geri çizgisinin bir hayli gerisine yerleşip tonla top geri çevirecektir ve Pouille’a maçı kazanabilmesi için depardan ziyade maraton yapması gerektiği sinyalini hemen verecektir. Yani çözüm bulmak sorumluluğunun yükü Pouille’un omuzlarına binecektir. Monfils’in planı zaten belli ve kolay kolay değişmez.

Nadal’ı beş sette yenerek Amerika Açık’ın şüphesiz en önemli sürprizlerinden birini gerçekleştiren Pouille diğer bir faktörden dolayı kanımca Monfils’in oyununu deşifre etmekte bir hayli zorlanacak. Monfils’e karşı net bir plan üretmek diğer baseline oyuncularına karşı üretmekten farklı. Pouille’un Bautista-Agut ve Nadal’a karşı oynadığı oyun planı ile başlama ihtimali yüksek. Yani zaman zaman servis-vole kullanacak, ralilerde fırsatı bulup hızı arttırıp ve fileye gelmenin yollarını arayacaktır. Ancak Monfils’in kortta durduğu yer Bautista-Agut ve Nadal’ın durduğu yerin biraz daha gerisinde ve diğer iki oyuncunun aksine Gaël çoğu zaman topu derin şekilde geri çevirmekle tatmin olabilen bir oyuncu. Eğer maç Pouille’un ralı ilerledikçe topa daha fazla yükleneceği, Monfils’in ise geriden topları geri çevirip, puanı uzatarak Pouille’un disiplinini kaybetmesini bekleyeceği bir maç şekline dönüşürse, kanımca Monfils sahadan beklenildiğinden daha rahat galip ayrılacaktır. Pouille eğer hücum ağırlıklı oynayacak ise – ki oynamalı, zira A planı da bu taktik üzerine kurulu – acıları çok iyi kullanması gerekecek ve 10-15 vuruşu beklemeden risk alması gerekecektir. Mutlak suret ile kısa vuruşları (drop shot) repertuarına bu maçta eklemelidir. Monfils’i yerleşeceği mekan olan baseline’in 3 metre gerisinden kaldırmanın en efektif yolu bu vuruşun önemli rol oynadığı bir plan olacaktır. Kısacası Pouille için mühim olan hücum ettiğinde volelerinin süksesi değil, voleye gelmeden evvel hazırlayacağı semalardır. Ne zaman ki Monfils topu çevirmenin yeterli olmayacağını hissetmeye başlar, o zaman Pouille hem rakibinin oyun stiline adapte olmaktan hem de çözüm bulmak sorumluluğundan kurtulur ve şansı ciddi şekilde artar.

Novak Djokovic (1) – Jo-Wilfried Tsonga (9)

Son maçta gösterdiği performans sayesinde kendi taraftarlini bir nebze rahatlatmış olan Djokovic turnuvadaki en ciddi testine çıkacak. Hem sıhhat, hem konsantrasyon açısından hakkında birçok soru işareti ile turnuvaya gelen Novak’ın iki turu da sadece 6 oyun oynayarak geçmesi ironik bir şekilde şüpheleri arttırdı. Yoksa kim istemez dertsiz şekilde turları geçmek? Djokovic’in ise oynamaya ihtiyacı vardı. Ancak son maçta görüldüğü kadarı ile istediği zaman yine vitesi yükseltebilen Sırp raket çeyrek final maçına da favori çıkacak. Ancak kanımca bu turnuvada uzun zamandır gördüğüm en olgun, en formda tenisini ortaya koyan Tsonga’nın bu maçta sürpriz yapma şansı var. Elbette bazı detaylarda evvelki dört maçta gösterdiği performansın üstüne çıkmak zorunda kalacaktır.

Bunların en başında ilk servis yüzdesi geliyor. Tsonga bol bol ace atabilen bir oyuncu ve hatta ikinci servisi ile direk puanlar kazanma potansiyeli bile yüksek. Ancak bunların sayısını yüksek tutması için şu ana kadar Amerika Açık'ta bu istatistikte eriştiği çizginin üstüne çıkması şart. İlk dört maçında %60’ı bulamamış olan Tsonga (%59 - %52 - %59 - %53), bu rakamı en az %60’ların ortasına çıkaramazsa, dünyanın en iyi return vuran oyuncusu karşısında servis oyunlarını kazanmakta çok güçlük çekecektir. Ayrıca Tsonga’nın A planının bir parçası olması gereken, “öne-two punch” diye adlandırdığımız, servis ve bir sonraki vuruştan kazanılan puanlar için de yüksek bir ilk servis yüzdesi şart olacaktır. Kevin Anderson veya Jack Sock’a karşı iyi servis atmasa bile oyunun geri kalan kısımlarını Tsonga’nın mükemmele yakın uygulayıp maçı kazanması mümkün olmuştur. Ama Novak’a karşı kendi servislerinde daha ralının başından defans oynamak zorunda kalması bir nevi Fransa’ya dönüş için uçak rezervasyonu yapmasına benzeyecektir. Son olarak şunu da ekleyeyim, Tsonga bu maçta zaman zaman servis-vole kullanmaldir ve bunun için de çok sayıda ilk servis kullanması gerekecektir.

Jack Sock’a karşı ralilerde sabırlı olup, rakibinin backhand’ine daha çok oynayıp, fırsat bulduğunda atak yapıp fileye gelmesi gerektiğini başka yerde yazmıştım. Bunu harikulade uygulayan Tsonga o maçta fileye geldiği puanların yaklaşık %80’ini kazandı (44’te 35). Novak’a karşı Tsonga’nın yine fileye gelmenin yollarını araması şart olacak ama bu sefer daha fazla risk alması gerekecek. Sabırlı şekilde puanı geriden tasarlayıp ilk kısa vuruşta atak etmek belli zayıf noktaları olan Sock ve Anderson’a karşı mümkün, ama makina gibi her topu derin gönderen ve sizi sağ-sol koşturan dünya bir numarasına karşı Tsonga ralilerde sabırlı davranmak ile yetinmeye kalkarsa, olsa olsa oksijen eksikliği yaşar. Bunu önlemek için Fransız tenisçi iki vuruşuna ekleme yapmak zorundadır ralilerde. Backhand tarafında slice vuruşunu daha fazla kullanmalıdır ve forehand tarafında ise düz ve sert vuruş oranını yükseltmelidir. Novak ile geriden “dan-dün” diye tanımlayabileceğimiz biteviye ve yüksek tempoda ralilerden kesinlikle kaçınmalı, topun hızını ve efektini yukarıda bahsettiğim vuruşlar ile değiştirmelidir. O zaman atak yapabileceği fırsatları yakalama şansı artar.

Tsonga’nın başarılı olması için bir hayli şart sıraladım ve hepsinin aynı anda gerçekleşmesi zor gözükse de, bunlar Tsonga’nın potansiyelinin dışında olan şeyler değil. Zira ilk servis yüzdesi hariç diğerlerini zaten bu turnuvada son derecede başarılı şekilde dört maçtır uyguluyor. Birkaç sene evvel Roland Garros’ta yine bu taktik ile Djokovic’e karşı dört maç puanı atmış olan Tsonga zaten kariyeri boyunca Novak dahil en iyi oyuncuları zaman zaman yenebileceğini kanıtlamış bir oyuncu. Tabloya ilk baktığımda da şahsen Djokovic’in finale kadar karşısındaki en ciddi rakip olarak gördüğüm Fransız tenisçi çeyrek finale bir hayli yüksek performans ile çıktığı an sevinmiştim çünkü çok güzel bir maç izleme şansımız olduğunu düşünmüştüm, ve hala düşünüyorum.

İyi seyirler.