Anormal bir Amerika Açık izliyoruz. Erkeklerde favoriler eleniyor, kalan favoriler bir türlü üstün form gösteremiyorlar. Aksine yüksek form gösterenler, yeni yeni kendini göstermeye başlayan gençler. Kadınlarda da bazı favoriler elendi ama turnuvayı kazanmak için favori gösterilen birkaç isim, Simona Halep hariç, yollarına devam ediyor ve ikinci hafta yüksek kalite maçlar göreceğimizin sinyallerini veriyor. Bir de kort dışında yaşanan tiyatrolar var. Bu yazıda, bunu yapmaya genelde pek hevesli olmasam da onlardan bahsedeyim.


Fabio Fognini nihayet hak ettiği muameleyi gördü ve turnuvadan ihraç edildi. İlk tur maçında kadın hakeme İtalyanca ağza alınmayacak küfürler eden Fognini kameralara yakalanınca, ilk önce ITF tarafından $24.000 ceza aldı. Dün ise Grand Slam yönetiminin kararıyla turnuvadan ihraç edildi ve davranışlarının “inceleneceği” haber verildi. Yani daha bu tiyatronun perdesi kapanmış değil. Fognini senelerdir çirkin davranışlarda bulunan bir oyuncu. Geç bile kalındı. Ama burada hakkı yenilen dört oyuncu var. Bu karardan dolayı Simone Bolelli/Fabio Fognini çift ekibi turnuvadan çıkarıldı. Ama üçüncü tura çıkmışlardı.


Fognini’nin ceza almasına yol açan hareketleri tekler ilk tur maçında oldu. O maçtan beri Fognini partneri ile iki çiftler maçı oynadı. Birinci tur Steve Johnson/Tommy Paul, ikinci turda Rohan Bopanna/Pablo Cuevaş ekibini elediler. Madem Fognini turnuvadan ihraç edilecekti, bu kararın hemen alınması gerekmez miydi? Bu dört oyuncunun ne kabahati vardı? Burada doğru olan, ITF ilk kararı alırken Fognini’yi turnuvadan ihraç etmesi olurdu. Daha ne yapması gerekiyordu ki zaten bir oyuncunun ihraç edilmesi için?


Ya da hiç olmazsa ITF’in kararını gördükten sonra Grand Slam yönetimi bu ihtimali göz önüne alıp ya kararını hemen almalıydı ya da turnuva sonuna bırakmalıydı. Bu konuda kendisine soru yöneltildiğinde aynı görüşleri Rafael Nadal’ın da belirttiğini söyleyelim ve bir yan not daha ekleyelim. İhraç edildiğinin haberini alınca, Fognini eşyalarını toplamaya giderken, yaptıklarını ve kendisini önceden de eleştirmiş olan İtalyan gazeteci Ubaldo Scanagatta’yı görünce ona tehditler yağdırmayı ihmal etmemiş.


Hazır gazeteciden laf açılmışken bir diğer gazeteciye geçelim. Şu WTA’in sosyal medyada sözcülerinden biri olan ve eskiden Sports Illustrated için yazan ve hâlâ tenis çevresinde ve sosyal medyada en çok takip edilen isimlerden biri olan Courtney N’Guyen’in yazılarını bilenler bilir. Mütemadiyen erkek-kadın eşitliğini işler, tenisi pek bilmez açıkçası ve hep oyuncuların dediklerini ve davranışlarını büyüteç altına alıp onların moralist ve etik polisçiliği yapar. Bir açık bulursa da hemen hücuma geçer. Tamam, tercihidir, yapabilir. Tenisçilerin dediklerine dikkat etmeleri için böyleleri de lazım aslında. Ama her zaman derim, gazeteciler ve medyacıların da senelerdir ağızlarından çıkan her kelime ve cümle oyunculara yapıldığı gibi büyüteç altına alınsa neler neler bulunur. Kaç tanesinin bu etik ve moral konularında fikir yürütme hakkı kalır bilemem.


N’Guyen’in 2010 senesinde sosyal medyada mütemadiyen Francesca Schiavone’ye transseksüel diye hitab ettiği gibi o kelimenin aşağılayıcı versiyonunu kullanarak bunu yapmış olduğu bazıları tarafından ortaya çıkarıldı, kanıtları ile birlikte. Mütemadiyen kadın-erkek eşitliği diskurları veren, her fırsatta tüm insanların seks tercihlerine rağmen aynı muameleyi görmeleri gerektiğini söyleyen ve bu konuda tenisçilerden hoşuna gitmeyen söylem duyunca bunu gündem yapıp (tenis ile ne alakası var, o da tartışılır tabii) hemen onları eleştirmeyi alışkanlık edinmiş olan bir medyacının kendisinin ilk önce o polisliğini yaptığı standartlara uyması gerekmez mi?


Sosyal medyadan bahsetmişken... Dün kanalın birinde bir yorumcu televizyonda konuşurken “sadece söylenti” duyduğunu ve bu “söylentiye göre” akşam Federer’in maça çıkmama “ihtimali varmış” dediğini duyan bir vatandaş bunu twitter hesabından duyurunca hemen 1-2 saatlik panik furyası sardı birçok Federer taraftarını. Tabii arkası gelmedi ve sonuçta akşam hepsi rahatladı. Sosyal medyayı küçümseyip “niye önem veriliyor her söylenene” diyenlere duyurulur. Haberlerini radyo, gazete ve televizyon haberlerinden ziyade sosyal medyadan alanlar çoğunlukta. İyi veya kötü, bunu artık inkar etmek gereksiz.


Jelena Ostapenko, Daria Kasatkina’ya 6-3, 6-2 yenilirken ayrı bir dramatik komedi yaşattırdı yine. “Yine” diyorum çünkü bu yaptıkları ilk defa olmuyor. Roland Garros’u kazanmadan evvel pek tanınmadığı için göz önüne çıkmıyordu. Roland Garros’u kazandı, kadın tenisine yeni bir isim ve kuvvet aşılandığı için bir süreliğine tenisserverler ile bir balayı yaşadı. Ama o gün bu gündür her zamanki tutumlarını görmeye başlayınca ve göz önünde olunca herkes yavaş yavaş onu tanımaya başladı ve şimdi balayı sona ermiş gibi gözüküyor.


Yine bu maçta 3-0 öne geçen Ostapenko, arka arkaya oyunlar kaybetmeye başlayınca 6-3, 3-0 geri düştüğünde korta doktorun çağrılmasını istedi ve tıbbi mola aldı. Bu konuda Ostapenko’nun çok az inanırlığı var çünkü bunu senelerdir sık sık yapan bir oyuncu. Arkadan nihayet maçı kaybedince Kasatkina’nın elini hiç hoş olmayan bir şekilde sıktı (çabukça ve kafasını evirerek). “Sore loser” nasıl denir Türkçe? “Kaybedince kızan” ve “kaybetmeyi kaldıramayan” deyimleri kullanılıyor. Ben daha ziyade “kaybetmesini bilmeyen olgunlaşmamış biri” demeyi tercih ediyorum. Neyse tercihiniz, Ostapenko işte ondan.


Tekrar tenise dönelim. Pazar gününün maçları bu satırlar okunulurken başlamış olacak. Kadınlarda Garbine Muguruza, Venus Williams ve Maria Sharapova gibi ağır toplar sahada olacak. Erkeklerde de apayrı bir ismin finale çıkacağı kısım olan tablonun aşağı tarafından maçlar var. Tenis seyretmek yukarıdaki gibi konularla vakit geçirmektense her zaman tercih edeceğim bir faaliyet. Sizi bilmem ama ben bu keyife genç ve yetenekli sansasyon Denis Shapovalov ve kariyerinin en iyi senesini geçiren Pablo Carreno Busta’nın maçı ile başlıyorum. Size de iyi seyirler.