Manic Monday erkekler maçları bir-iki istisna hariç sönük geçerken aslında çoğumuz sanırım o gün oynanan maçların çeyrek ve yarı finaller için bir nevi prova olduğunun farkındaydık. “Üç büyükler” favori olmalarına rağmen karşılarında erken turlardaki rakiplerine oranla daha tecrübeli ve geçmişte onlara karşı bir damla bile olsa başarıyı bulabilmiş oyuncular buldular. Tabii “bir damla” derken üç büyüklerin erkek tenisine ne kadar hükmettiklerini kabul ederek konuşuyoruz. Bu çerçevede onlara karşı bir veya iki galibiyet almış olmak bile neredeyse devasa bir başarı kapsamına giriyor.


David Goffin mesela üçüne karşı birer kez de olsa galibiyeti tatmış bir tenisçiydi. Kei Nishikori üçünü de en az ikişer defa yendi, hatta bugün oynadığı Roger Federer'i üç defa yenmişliği vardı. Querrey ise, Federer’e karşı galibiyeti olmasa da, Rafael Nadal ve Novak Djokovic’e karşı galibiyeti olan bir tenisçiydi. Kare ası tamamlayacak diğer oyuncu ise Guido Pella ile Roberto Bautista-Agut arasındaki maçın sonunda ballı olacaktı. Onlar kariyerlerinde ilk defa Majör turnuva çeyrek finali oynuyorlardı. Bir numaralı kortta onlar ilk sahneye çıkarken aynı zamanda Djokovic ile Goffin Centre Court’a adımlarını attılar ve maçlar başladı.

Eninde sonunda her maçı seyredemeyeceğim için dikkatimi ilk olarak Novak ile David’in maçına vermeyi tercih ettim.

Vurgulamak istediğim ana temaya gelmeden evvel, ilk önce kısaca Djokovic ile Goffin arasında oynanan ilk setin nasıl geliştiğini anlatayım, zira maç ilk set bitince sona erdi (diyebiliriz sanırım).

Goffin’in oyun planı baştan belli oldu. Mümkün olduğu kadar Novak ile backhand çapraz rallilere girmek ve kısa top yakaladığında forehand’i ile topu hızlandırıp puana gitmek. Novak ise bu backhand çapraz rallilere girmeye niyeti hiç olmadığından hemen yön değiştirerek karşılık vermeye çalıştı. Bu anlattığımın iki örneğini (merakı olanlar için) ilk oyun 30-15 ve ikinci oyun 15-0 puanlarında görebilirsiniz. Haliyle Goffin daha ön-etkin oynadı başlarda. Buna bir de Goffin’in ilk oyunda return’lerde bocaladıktan sonra (dört tane servisi çeviremedi) Sırp raketin servislerini daha iyi okuyup topu oyuna sokmaya başlaması eklendi ve Belçikalı raket oyuna daha hakim olmaya başladı. Nitekim yedinci oyunda Novak’ın servisini kırdı ve 4-3 öne geçti.


Kendi servisinde de 30-0 öne geçtiğinde Djokovic’in vücut dili kendisinden tam emin olmadığını gösteriyordu ama Goffin bir çift hata yapıp, bir de basit bir forehand’ı dışarı atınca skor 30-30 oldu. Bu ani gelişme adeta Djokovic’in tekrar silkinmesine yardımcı oldu. Dünkü yazımda Shuai-Halep maç yorumumu okumuş olanlar hatırlayacaktır, Shuai de aynı hataya düşmüştü 4-1, 40-15’te. Elit şampiyonlara bir damla verirsiniz, onlar bir damacana alırlar. Nasıl Halep oradan seviyesini yükseltip gittikçe maçın kontrolünü eline aldıysa, aynısını Djokovic o oyunda 30-30 olduktan sonra yaptı.

O noktadan itibaren sadece iki oyun kaybeden dünya bir numarası 1 saat 57 dakikalık maçı 6-4 6-0 6-2 kazandı.

Altını çizmek istediğim tema ise Djokovic’ten başlayarak üç büyüklerin bu turnuvada tekrar ön plana çıkan önemli bir kaliteleri. Vuruşlar veya teknik ile hiç alakalı değil.

Maçtan neredeyse hiç kopmuyorlar.

Mental olarak hattan düşmüyorlar.

Her puanda tüm benlikleri ile kortun içindeler.

Her puanda skor farkındalıkları en üst düzeyde.

Üçünün kendi aralarında bunu en iyi yapan Nadal, Djokovic de hemen onun ensesinde. Federer arkalarından üçüncü geliyor (o da vuruş zenginliğinde onların önünde). Ama aralarındaki farktan ziyade benim vurgulamak istediğim bu konuda diğer erkek tenisçilerin kilometrelerce önünde olmaları. Bu fark beş setlik Majör turnuvalarda iyice ayyuka çıkıyor. Binlerce maçı da böyle kazanıyorlar işte.

Djokovic – Hurkacz maçına baktıysanız iki set boyunca Novak ile başa baş mücadele eden, onun kadar tabii yeteneği olan (belki daha fazla) bir genç oyuncu gördünüz. Üçüncü set başladı, Hurkacz bir konstantrasyon eksikliği yaşadı, üçüncü setin geri kalan kısmı mental olarak hattan düştü. Djokovic ise tam aksine kaybettiği ikinci setten hiç etkilenmemiş gibi üçüncü setin daha ilk puanından tekrar işine koyuldu. Sonuç olarak 25 dakika süren üçüncü set 6-1 Djokovic lehine bitti. Ancak ondan sonra tekrar hat bağlantısı kurabilen eden Hurkacz uğraştı durdu. Ama ipin ucu kaçmıştı, 6-4 bitti.

İşte bu maçta da benzeri oldu. 4-3, 30-0’dan o oyunu vermenin hayal kırıklığını yaşayan Goffin, Djokovic’in Hurkacz’a karşı ikinci seti kaybettikten sonra yaptığını yapamadı. Silkinip ikinci setin ilk puanından itibaren işine yoğun bir şekilde tekrar konmadı. Mental olarak hattan düştü ve ikinci sette oyun bile alamadı. Üçüncü sette tekrar silkinmeye çalıştı ama ipin ucu bu sefer de onun için kaçmıştı. Ancak iki oyun alabildi.

İşte elit şampiyonlar ile bir altındaki grubun veya onların bir türlü üstünden gelemeyenlerin arasındaki en büyük fark burada. Şahsen ‘profesyonelliğin kemiklere kadar işlemiş olması’ diyorum ben buna ama kendinize göre istediğiniz adı takabilirsiniz. Mesela Nick Kyrgios ikinci turda Nadal’a yenildikten sonra, bir gazeteci onunla arasındaki en büyük farkı sorunca, “bir puan bile tatil yapmıyor” dedi – “he doesn’t take one point off.”

Laf Nadal’dan açılmışken...



Nadal öyle maça başladı ki Querrey’e karşı Amerikalı neye uğradığını şaşırdı en başta. İlk oyunda Querrey servisini tuttuktan sonra Rafa beşinci vitese hemen yükseltti. İlk dört oyun bitip Nadal 3-1 öne geçtiğinde 10 dakika geçmişti sadece. Querrey sanki ancak ace atarsa puan alabiliyordu. Daha sonra 3-5 geride iken Querrey kendi servisini yine kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Nadal üç tane set puanı eline bile geçirdi ama Sam üç set puanının ikisini ace ile, diğerini de forehand direkt puan ile ustaca kurtarıp en azından sette kaldı. 5-4’te bu sefer kendi servisinde Nadal set puanı elde etti 40-30’da. Querrey birden üç tane arka arkaya müthiş puan oynadı ve şok bir şekilde, Nadal’ın dört set puanı tarihe karıştı ve durum 5-5 oldu. Yani Querrey'de üst düzeyde bir maç çıkarıyordu.

Ama Rafa ne yaptı? Elit şampiyonlara yakışır şekilde silkindi, "bana mısın" demedi ve tekrar işine koyuldu. Querrey’e oyun puanı fırsatı bile vermezken kendisi dört kez servis kırma şansına sahip oldu ve nihayet dördüncüsünü güzel bir return ile topu fileye gelen Sam'in ayaklarına indirip bir sonraki vuruşta onu çaresiz bırakarak kazandı. Bir anda seti çevirerek şahlanmış olan Querrey, yine bir anda tekrar yerine oturdu. Nadal bu sefer servisini kazandı ve ilk seti 7-5 hanesine yazdı.

Buyrun tipik bir Nadal (hatta üç büyükler) verisi:

Querrey ilk sette 14 ace attı. Nadal ise sadece üç tane. Ama bakın Rafa hesabına o üç ace hangi anlarda gelmiş. Birincisi Querrey’nin ilk defa Rafa’nın servis oyununda 30-30’a gelebilmiş olduğu anda. İkincisi ve üçüncüsü ise 6-5 oyununda Querrey’nin eline geçen yegane iki servis kırma puanlarında. “Az ama öz” diye buna mı deniyor? Herhalde. Tam şampiyonlara has zamanlama.

Böylece Querrey gayet sağlam oynadığı ilk seti kaybetmiş oldu. Ama umudunu kaybetmedi ve ikinci sete yine iyi başladı. Ancak 1-1 oyununda Nadal sanki onun direncini kırmaya ant içmiş gibi bir backhand ve bir forehand olmak üzere iki müthiş direkt puan ile 0-30 öne geçti. 15-30 puanında yine fileye çıkan Querrey’nin yine ayaklarına topu indirip bir sonraki vuruşta onu geçti. 15-40’ta ise mükemmel bir drop shot ile oyunda dördüncü direkt puanını aldı ve Querrey bile neye uğradığını anlayamadan servisini kaybetmiş oldu yine. İşte maçın son dönemeci buydu. Querrey’nin direnci bu noktadan sonra azaldı. Maçı bırakmadı ama inancının pek kalmadığı belli oluyordu. Son iki set 6-2 6-2 skorlarla bitti ve Nadal yarı finale çıkmaya hak kazandı.

Bu arada “Big 3”nin diğer müdavimi Federer de Novak ve Rafa’dan aşağı kalır mı?

O da profesyonellik dersi verdi Centre Court’ta, hemen Djokovic’in arkasından. Nishikori maçın ilk oyunu inanılmaz iki return ile direkt puanlar ve bir tane de şahane ralliden sonra filede forehand ile bitirdiği puan sonrası daha perde açılır açılmaz Federer’in servisini kırdı.

O anda nereden bilebilirdi ki kendi adına maçın altın anlarını bu iki dakika süren oyun ile yaşamış olduğunu?

Zira o iki dakikadan maçın geriye kalan iki saat 34 dakikası boyunca bir yamaçtan aşağıya kayarken denge sağlamaya çalışan ama bir türlü kayışını durduramayan biri gibiydi Japon raket. Çünkü Federer oyunu hemen dengelemiş ve servis kırmak için kapısını raketi ile tıklamaya başlamıştı bile. Kıramadı ve ilk seti Nishikori 6-4 aldı. Ancak maçın tonu çoktan değişmişti.

İlk set kaybeder kaybetmez Roger sanki "hayat devam ediyor" dercesine tekrar işine koyuldu. “Return show” yaptığı bir oyun ile Nishikori’nin servisini hemen kırıp 3-0 öne geçti. Sonra bir kez daha Japon raketin servisini kıran Roger ikinci seti 6-1 kazandı. Üçüncü sette biraz kendine gelen Nishikori dayanmaya çalıştı ama Federer'in, tıpkı Djokovic ve Nadal’ın kendi maçlarında ilk setten sonra yaptıkları gibi, bir defa ipin ucunu eline geçirdikten sonra bırakmaya niyeti yoktu. Üçüncü ve dördüncü setleri de 6-4 6-4 alarak maçı kazandı. Sanki bir de oyununu süslermiş gibi maçı ace atarak bitirdi.

Federer’in ilk oyundan sonra kontrolü nasıl yavaş yavaş eline geçirip Kei’yi yamaçtan aşağıya nasıl yuvarladığını gösteren bir-iki not daha düşeyim.

(1) Servisinde ilk sette beş defa servis kaybetme puanı ile karşı karşıya kaldı. İlkini kaybetti ama sonraki diğer dördünü kurtardı. Sonraki üç setin toplamında ise rakibine sadece bir servis kırma puanı şansı verdi, onu da iyi bir servis ile kurtardı. Yani ilk oyundan sonra bir daha servis kaybetmedi.

(2) Kendisi ise ilk sette bir kez servis kırma şansı yakalamıştı ve onu da kazanamamıştı. Sonraki üç sette gittikçe artan bir oran ile (2, 5 ve 6) servis kırma puanları yakaladı ve 13 şansın dördünden faydalandı.

(3) Son iki set en yüksek ilk servis oranı ile oynadığı setlerdi (%69 ve %73).

(4) Üçüncü ve dördüncü setler en fazla geriden direkt puan aldığı setlerdi.

(5) Kendi servisinde ilk set 12 puan kaybeden Roger, sonraki üç sette 3, 7 ve 6'şar puan kaybetti.

Daha fazla yazmaya gerek var mı üç büyüklerin "büyük" anlarda ön plana çıktıklarını? Sonuçta Roland Garros’da aralarında toplam iki set kaybederek yarı finale çıkan Roger, Novak ve Rafa, Wimbledon’da da toplam dört set vererek yine yarı finaldeler. Aralarına onlarla birlikte turnuva boyunca en formda olan ve çatır çatır yarı finale çıkan Bautista Agut’u da aldılar.

Şaşırdı mı kimse? Sanmam.

İsteyen bunu monoton bulur, isteyen de üçünün yaptıklarını takdir ile izler ve alkışlar. Hayatlarında belki bir daha göremeyecekleri kalitede üç tenisçiyi tekrar tekrar seyretmenin zevkini çıkarır. Ben de bu son gruptayım ve ilk grupta olanları bulunduğum noktaya davet ediyorum. Cuma gününden her tenisseverin memnun kalacağını düşünüyorum.