Yine dopdolu bir gün yaşandı Wimbledon’da. Bir yandan favori dökümü devam etti, diğer yandan günün büyük bölümünde kaliteli tenisin ön plana çıktığı maçlar oynandı. Not düşmeye birçok şey var, kısa kısa bunları aktarayım.

- Hava durumu açısından tarihinin en mucize Wimbledon’larından biri yaşanıyor. Hafta boyunca yağmur yağma süresi 1 saati geçmedi sanırım. Elemelerden evvel vardım Londra’ya ve bahsettiğim 1 saatlik yağmur dışında 2 haftadır hava mütemadiyen sıcak ve güneşli. Dün yine en sıcak günlerden biri yaşandı All England Lawn Tennis and Croquet Club'da (evet, Wimbledon turnuvasının oynandığı yerin resmi ismi bu).

- Buna rağmen Wimbledon organizatörleri az kalsın maç programı konusunda her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştıracaklardı. İpten mi döndüler yoksa Kei Nishikori mi onları kurtardı artık ona siz karar verin. 1 numaralı korta programlanan Nishikori – Kyrgios maçı, evvelki maçların uzamaları yüzünden ancak akşam 7:30 civarı başladı. Yani yaklaşık bir buçuk saatlik oynanma süresi kalmıştı beş setlik maç için. Halbuki daha evvelinde boşalan ve show kortlardan biri olan 18 numaralı korta maçı hemen alabilirlerdi. Ya Kei - Nick maçı bitmemiş olsaydı? Pazar günü maç oynanmayacağı için, Pazartesiye kalacaktı. Hiç yoktan problem yaratmak diye buna denir.

- Kyrgios’tan bahsetmişken, bir akşam evvel, yani Cuma akşamı, İMG’nin Londra’daki partisine giden bir medya mensubu arkadaşımın bana dediğini aynen aktarıyorum: “11:00 civarı partiye Kyrgios geldi, ben 12’den biraz evvel ayrıldığımda hala ordaydı.” Tahmin ediyorum ki maçının 1 numarali korta üçüncü maç olarak planlanmasi Kyrgios’un bu partiye gitme kararında rol oynadı. En azından öyle ümit ediyorum. Ama Cumartesi akşamı korta renkli ayakkabılar ile ve raketlerinin griplerini sarmamış olarak çıktığını ve genel olarak ilk set boyunca kafa olarak hazırlıksız yakalandığını görünce bu konuda şüphelerim oluşmaya başladı.

- Novak Djokovic ile Kyle Edmundun karşı karşıya geldiği maçta fiyasko bir an yaşandı. Dördüncü set 3-3 iken Edmund’un servisini kırma şansı yakalayan Djokovic fileye geldi ve kısa vole vurdu. Öne doğru koşan Edmund son anda raketini uzatmasına rağmen (elinden bırakarak hatta) topa zamanında yetişemedi, ve topu tam yere ikinci defa değdikten sonra çelerek filenin öbür tarafına vurdu. Kyle'ın topa yetişip yetişmediğine emin olamayan (ki seyreden icin kolay olmayabilir) hakem Jake Garner puanı Edmund’a verdi. Edmund (ki onun bilmemesine imkan yok) konusulanlari seyretti ve hiç bir şey demeden servis atmaya döndü. İşte fiyasko diye kastettiğim bu zaten. Edmund'a eksi notu düşüyorum. Karara inanamayan Novak, Garner ile tartışmaya başladı. Tenisçilerin yetiştikleri (veya yetişemedikleri) topun bir veya iki defa zıplayıp zıplamadığını bilmemelerine imkan yok, istediğiniz tenisçiye sorun bana inanmıyorsanız. Topun zıplayışından, kontak noktasından, raketinize gelen açısı yüzünden, ve görüş açısı olarak dibinde olduğunuzdan, bir tenisçi olarak hem hislerinizle hem gözlerinizle, topa yetişip yetişmediğinizin gayet iyi bilincinde olursunuz. Edmund kimseyi aldatmasın “bilmiyorum” veya "hakemin kararı" diyerek. Hele diğer tenisçiler bu masalları bir saniye bile yutmazlar. Novak’a sadece bravo diyorum, çünkü Edmund’u zor durumda bırakmamak için maçtan sonra ona arka çıktı. Çoğu tenisçi (haklı olarak) tam tersini yaparlardı.

- Kariyerinin en önemli maçlarından birini 20 dakika evvel bitirmiş olan bir oyuncuya maç sonrası basın toplantısında Pazar tatil gününde McDonald’s mı, ıstakoz mu, veya kremalı çilek mi yiyeceğini soran basın mensubunu absürd sorular kategorisi yarısında ipi göğüslediği için tebrik ediyorum.

-Ben de şimdi onu taklit etmeye çalışayım: Alex de Minaur maç sonrası basın toplantısında, İngilizcede laf geçiştirmek veya konuşurken kelime ararken boş anı doldurmak için kullanılan “you know...” söylemini tam 31 defa kullandı.
(Nasıl? Yaklaştım mı yukarıdaki arkadaşa? Başardım mı?)

- Kei Nishikori son zamanlarda gördüğüm en güzel return performanslarından birini ortaya koydu.

- Kerber emin adımlarla ilerliyor, ama nedense ondan çok az bahsediliyor. Tamam, sürprizler dolu kadınlar tablosu, ama Wimbledon’da final oynamış, iki defa da Majör kazanmış bir oyuncudan bahsediyoruz. Üstelik şu an tabloda kendi yarısından finale çıkmaya en yakın adaylardan biri. Osaka’yı bir saat üç dakikada saf dışı ederken, bu sürenin yaklaşık 50 dakikasında beş yıldızlık tenis oynadı.

- Halep’in kaybetmesine rağmen oynadığı seviye bir hayli yüksekti. Unutmamak gerekir, Roland Garros zaferinden sonra iki hafta boyunca kendi ülkesinde kutlamalara, sponsor yemeklerine ve galalara katıldı. Bu sürede hiç hazırlık veya antrenman yapmadı. 22 Haziran’da Londra’ya gelen Halep ilk antrenmanlarına o zaman başladı ve topuğunda hissettiği bir ağrıdan dolayı onlara da kendini tam veremedi. Pazartesi ilk maçını oynadığında ilk defa hiç acı hissetmediğini belirtti. Son beş hafta yaşadıkları göz önüne alınırsa oyun seviyesi çok iyiydi. Zaten maçı o kaybetmedi. Hsieh kazandı. 1-6, 3-4 ve son set 3-5 oyunlarını, artı kurtardığı maç puanını izlemeniz yetebilir bunu anlamak için, ama size tavsiyem ikinci ve üçüncü setlerin tamamını izlemeniz. Harika tenis oynandı.

- Majör turnuvalar erkek tenisinde usta-çırak ayrımını çok iyi ortaya koyuyor. Bu kadar sürprize rağmen, geriye kalan isimlere bakın, ya beş set maçlarda çok tecrübesi olan, büyük turnuva havasını bolca yaşamış olan, önceden de buralarda gördüğümüz isimler, ya da fizik ve kafa açısından demir gibi sağlam isimler (ya da ikisi birden). Ama en azından bu iki nitelikten en az birine sahip olmayana yer yok Majör’lerin ikinci haftasında. Cilic gibi bir veya iki istisna kaideyi bozmuyor.

- Pazar herkes için tatil olabilir ama oyuncular için değil. Antrenman kortları programı dolu, bazı kortlara mecburen dört oyuncu koymuşlar.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...