Salı sabahı kalktığımda kendi kendime düşünmüştüm ve gün sonunda ilk turların değerlendirmesini yapabileceğim bir yazı yazmaya karar vermiştim. Öyle ya 2006’da ilk uygulamaya konulduğundan beri, ilk tur maçları Pazar günü başlamakta ve üç güne yayılmakta idi.

Roland Garros’a güvenilip böyle program yapılır mı hiç? Tabii ki hayır. Bu kaçıncıdır aynı tuzağa düşüşüm, ve hâlâ öğrenemedim!

Üçüncü gün gelip geçmiş, dördüncü günün başlamasına saatler kalmış, ama ilk tur maçları halen tamamlanmamış. Ben de kendimi bir değerlendirme yazısı yazmaya hazırlamışken, yine Roland Garros’un organizasyon yetersizliğini eleştirirken buluyorum.

Philippe Chatrier kortuna dün (Salı) o kadar iddialı – bir o kadar da gerçek dışı – program konulduki, kadınlarda bir numaralı seri başı Simona Halep’in olduğu son maçın oynanamama ihtimalini nasıl göze almadıklarına şaşırmamak elde değil.

Pazartesi günü geciken maçlar dolayısıyla yarıda kalan Rafael Nadal - Simone Bolelli maçının geriye kalan bölümünü, Chatrier’deki hali hazırda programlanacak olan herhangi bir dört maça eklersen, yağmur yağmasa bile 11’de başlayan o programı bitirme ihtimalin az olacaktır. Bir de son maç olarak en yüksek profilli oyunculardan birini koyarsan (Halep), tam risk alıyorsun demektir. Aslında şanslılar bile diyelim. Ya üçüncü sete 3-0 önde başlayan Bolelli maçı dördüncü sete uzatabilseydi? Dünkü maçın süresini alın, üzerine en az bir saat ekleyin, bakın o zaman nasıl bir görüntü ortaya çıkıyor. "Beş sete uzasaydı ne olurdu" sorusunu ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

Yani Halep’in bugüne kalmış olması, dün yağan yağmurdan ötürü yaşanan bir iki saatlik gecikmeden değil. Tamamen bir programlama hatası. Ayrıca, hiç mi bakmadılar hava durumuna? Pazartesi akşamı, dünün programı belirlendiğinde, zaten bir çoğumuz bu beş maçın tamamlanamayacağını tahmin etmiştik.

Ayrıca senelerdir şu soru aklımda ve kimse henüz tatmin edici bir açıklama da bulunabilmiş değil. Neden Pazar günü az maç oynanıp (32 tane), Pazartesiye maratona çıkmış gibi tonla maç konuluyor (56 tane)? Bunları eşitlememek için hiç geçerli sebep yok. Böylece Pazartesi günü yağma ihtimali olan bir yağmurun maçları geriye atma yükünü de hafifletmiş olursunuz. Ama hayır. Olmuş tam 11 sene turnuvaya Pazar günü başlanma kararı alınalı, ve hâlâ Roland Garros bu konuyu gündeme getirmiş değil (sordum, “pek konuşulan bir konu değil” cevabını aldım).

Bir de tabii oyuncuların hangi kortlara konuldukları sorunu var. Herkesi memnun etmenin imkansiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Kadın-erkek maçları sayısı eşitsizliğinden tutun, yüksek seri başı olup da yüksek profili – bunu “bilet satma gücü” olarak algılayın bu kapsamda – olmayan oyuncuların merkez kortlara konulmasına kadar, her sene eleştiriler görülebiliyor.

Ancak, iki tane Slam şampiyonunun ilk tur maçını (üstelik ikisi de eski Roland Garros şampiyonları) sen kalkıp Chatrier veya Lenglen'e koymazsan ve eleştiri furyası ile karşı karşıya kalırsan, bunu “herkesi memnun edemeyiz” veya “ama 1 no’lu kortun özel bir tarihi, sevimliliği var” gibi biteviye sebepler ile halı altına süpürme lüksün olmaz.

Evet, ne üzerine yazmayı planlamıştım? Ha sahiden, ilk tur değerlendirmesi olacaktı. Sağolsun Roland Garros, yine her sene olduğu gibi, çeşitli ihtilaflar yaratarak gündemi oynanan tenisten kopartmayı başardı.

İlginç bulduğum dört nokta ile yazımı kapayayım ve Roland Garros’a doğru yola koyulayım.

1) Marco Trungelliti’den bir evvelki “şanslı kaybedenler” konusu üzerine yazdığım yazıda bahsetmiştim. 10 saatten fazla süren araba yolculuğunu yaparak Paris’e ulaştıktan sonra, yarım günü bile geçmeyen bir dinlenme süresinin ardından ilk tur maçına çıktı. 3 saatin hemen altında süren maçın sonunda Bernard Tomic’i 6-4 5-7 6-4 6-4 yenerek ikinci tura çıktı. Herhalde turnuvanın en “sevimli” hikayesi.

2) Trungelliti furyasında tabii gözden kaçan diğer müthiş hikayeler de var. 21 yaşındaki İspanyol Jaume Munar, elemelerin son turunda, maç puanları kurtarıp geri gelerek Duckhee Lee’yi yenmişti. İlk tur maçında da kariyerinin ilk beş setlik maçını kazanmış oldu. Üstelik hem iki set geriden gelerek, hem de kendi ülkesinden bir tenis simgesini yenerek (David Ferrer). Fazla kutlayacak vakti olmadı. Bugün Novak Djokovic’e karşı korta çıkacak.

3) Stan Wawrinka Roland Garros sona erdiğinde, sıralamada büyük ihtimalle ilk 250’nin dışına çıkmış olacak. Herhangi bir ATP turnuvası oynayabilmesi için Wild Card lazım olacak. Yoksa kendisine Challenger ve İTF turnuvalarında başarılar dilememiz gerekecek.

4) 2017 Roland Garros şampiyonu Jelena Ostapenko ilk turda saf dışı oldu. Ancak son zamanlardaki form durumu göze alınırsa o kadar büyük sürpriz diyebilir miyiz emin değilim. Kaldı ki son 10-15 senede Roland Garros’ta kupayı kadliranların, bir sonraki sene erken elenmeleri çok sık rastlanan bir durum. Aslında “şok” tanımlamasına, Ostapenko’nun bu sene ilk turda kaybetmesinden ziyade, geçen sene Roland Garros’u kazanması daha çok uyuyor.

Bir dahaki sefere görüşmek üzere.