Paris’te tuttuğum
apartmanda erkenden kalktığımda, kapalı, hafif yağmurun çiselediği bir sabah
gözlemliyordum. İçim heyecan doluydu. Bir gün evvel Türk tenis tarihi bir ilk
yaşamıştı. Üç oyuncumuz birden Roland Garros’ta ikinci eleme maçlarını kazanmışlar
ve son tura kalmışlardı. Halbuki kalktığımda bir de bugün olabilecekleri
düşündükçe içim kıpır kıpır olmaya devam ediyordu. Roland Garros
organizatörleri bilinçli ve yerinde bir karar ile üç oyuncumuzun da son tur
maçlarını cuma günü aynı korta koymuştu. İlk önce Çağla Büyukakçay, ardından
İpek Soylu ve en son Marsel İlhan 8 numaralı kortta rakipleriyle ana tabloya
çıkmak için son kozlarını paylaşacaklardı. Benimle her sene Paris gezisine gelen
kızım Erin ile birlikte Roland Garros’a doğru yola çıktık.
Vardığımızda ilk
önce Çağla ve antrenörü Can Üner’i gördük. Şans diledik ve 8. korta
gittik. Erken varmıştık, kortun önünde
beklemeye koyulduk. Hemen yandaki 6 numaralı kortta İpek sabah ısınma
antrenmanını yapıyordu. Selam verdim ve birkaç dakika sonra yanımdan kendi
antrenmanına giden Marsel ile antrenörü geçince kısa bir muhabbet ettik, ona da
iyi şanslar diledim. İşte o anda içim ürperdi, bir mutluluk hissetim. Türkiye’de
aktif tenisçilik yaptığım seneleri düşündüm. Sonra o anda olan ile
karşılaştırdım. Düşünsenize, bir Majör turnuvada elemenin son turların
oynanacağı günün sabahı ve ben bir tenisçimizin maçını beklerken, daha sonra
oynayacakları maçları için diğer iki tenisçimize şans dileyebiliyorum. Bunların
hepsi de 10-15 dakikalık bir zaman zarfında Roland Garros’ta oluyor. İşte içim
bundan ürperdi. Farkına tekrar vardım ki, benim oyuncu olduğum zamanlara
nazaran Türk tenisi çağ atlamıştı.
Çağla geldi, korta
girdi. Çek rakibi Klara Koukalova korta biraz evvel korta gelmişti. Erin ve ben
tribündeki yerlerimizi aldık. Can ile beraber oturmuştum ve etrafımızda diğer
Türkler vardı. Uzun süredir kovaladığı hedefleri azim ile çalışa çalışa, alın
teri ile birer birer yakalayan Çağla, daha maçın başından itibaren mükemmel bir
tenis ortaya koymaya başladı. Koukalova’yı yaklaşık altı ay evvel Dubai
finalinde son set 6-4’le yenerken (ki o zamana kadar bu $75.000’lik turnuvayı
kazanmak Çağla’nın kariyerindeki en büyük başarı idi) bir hayli zorlanmıştı. Ama
o maç sert ve hızlı zeminde idi. Burada ise yağmurdan yeni çıkmış, yavaş bir
toprak zemin de oynuyorlardı. Koukalova topa düz vuran ve agresif taktik ile
oynayan bir oyuncu. Çağla hem her topa yetişip aynı sertlikle veya hatta topa
varyete katarak Çek raketin toplarını geri çevirdi hem de kendi fırsat
yakaladığında düz backhand’leri ve spin dolu forehand’leri ile direkt puanlar
almasını bildi. İlk seti 6-1 alan Çağla, ikinci set 5-1 öne geçtiğinde yaklaşık
bir saattir “uzay tenisi” oynuyordu. Bu tür maçları sonlandırmak hep zordur,
hele işin sonunda kariyerinin ilk Major ana tablosuna girme ihtimali varsa. Bu
zorluğu Çağla da yaşadı. Koukalova kaybedecek bir şeyi kalmamasının verdiği
serbestlikle topa rahat vurmaya, Çağla da biraz temkinli oynamaya başladı. Kendi
servisini kazanan Koukalova, ardından Çağla’nın da servisini kırınca, kendisi
için bir ümit belirmesine rağmen daha ileriye gidemedi. Maç puanında Koukalova
çift hata yapınca Çağla ilk önce yumruğunu sıktı, bize doğru baktı ve göz
yaşlarını durduramadı. Rakibinin elini
sıktıktan sonra gelip Can’a sarılışı ve oradaki gruptan – ki bunların arasında
Türkiye Paris Başkonsolosluğu bile vardı – bol bol tebrik alışı görülmeye
değerdi.
Daha Çağla tam
korttan ayrılmadan, İpek ve rakibi Kateryna Kozlova gelmişlerdi. Hemen o maçı
seyretmeye koyulduk Erin ile beraber. İpek de aynı Çağla gibi maça çok hızlı
başladı ve hemen üstünlüğü ele geçirdi. A planını agresif return’leri ve
geriden atak oyunu üzerine kuran İpek, bu kuvvetli noktalarını sonuna kadar kullanıyor
ve Kozlova’ya nefes aldırmıyordu. İlk seti 6-3 kazandı ve ikinci setin
ortalarında skor tabelasına baktığımda istatistik olarak İpek’in 14 forehand
direkt puan aldığını, rakibinin ise sadece 2’de kaldığını görüyordum. Her ne
kadar sadece bir vuruşun rakamları olsa da, bu istatistik İpek’in maçı ne kadar
domine ettiğini az çok ortaya koyuyordu. İpek ikinci set 5-2 öne geçti. Ana
tablo görmesine bir oyun kalmıştı. O oyun Kozlova çok sağlam oynadı ve maçı
bırakmadığını hem vuruşları hem vücut dili ile gösterdi.
Maçı kapamak İpek
için de zor olacaktı. Kolay değil, genç kariyerinde ilk defa Majör ana tablosu
görme şansına çok yakındı. Sonraki üç oyunda muhtemelen hissettiği baskıdan
dolayı basit hatalar yapan İpek bir anda kendini 6-5, 30-0 geride buldu. Bu
gibi anlarda oyuncunun “tenisçi karakteri” ön plana çıkar. O puanda dört oyun
kaybetmenin ve bir anda seti kaybetmenin eşiğine gelmenin moralsizliği ile
boğuşan İpek yine de etkili bir vuruş ile Kozlova’yı backhand hatasına
zorlamayı bildi. Akabinde üç tane harika puan oynayan İpek, bir anda gitmiş
gibi gözüken seti 6-6 yaparak, tie-break’e taşımayı başardı. Tie-break’te de
tekrar yüksek seviyesini bulan İpek, 6-3, 7-6 ile maçı bitirdi. Direkt sol eli
ile ağzını kapadı ve hayretler içinde antrenörü ve köşesine baktı. Evet,
başarmıştı. O da göz yaşlarını pek tutamadı. Bu şekilde Roland Garros’un 8
numaralı kortunda ikinci bir Türk bayramı yaşandı. Tıpkı Çağla gibi İpek de
rakibinin elini sıkar sıkmaz tribünde bulunduğumuz köşeye geldi. Antrenörüne ve
annesine uzun uzun sarıldı. Diğer herkesten (yine başkonsolosluk dahil)
tebrikleri aldı. Tarihi günün ikinci maçı da mutlu sona ermişti. Perdeyi
kapamak Marsel’e kalmıştı.
Tıpkı ilk maçın
sonunda olduğu gibi, daha İpek korttan tam çıkamadan, Marsel ve rakibi Guido
Andreozzi, maçlarını oynamak üzere korta girmişlerdi. Çağla ve İpek’in aksine, Marsel
maça iyi başlayamamıştı. Ancak önceki iki turda güzel galibiyetler alan Marsel
(ikinci tur Sergiy Stakhovsky’yi iki sette yendi) bir gün evvelinden beri kendine
güvendiğini söylüyordu ve bu güven maçın geriye kalan kısmında ortaya çıktı.
Maçı lehine çeviren Marsel, ikinci seti kazandı ve son set 4-1 öne geçti. Skor
ne olursa olsun maça hep asılan karakteri ile bilinen ve toprak kort spesiyalisti
olan Andreozzi tekrar Marsel’i yakaladı. Son sette tie-break olmadığı için maç
“uzatmalara” gitti. Bu arada Türkler
adına çok güzel bir görüntü daha gözüme çarptı. Tribünde kendini maçını sabah
kazanmış olan Çağla, antrenörü Can ile birlikte Marsel’i ikinci setten beri
destekliyorlardı. Üçüncü sette ise kortun diğer tarafında İpek vardı ve o da
Marsel’i destekliyordu. Marsel çok çekişmeli puanların oynandığı son iki oyunu
da kazanıp maçı 3-6, 6-2, 8-6 kazanmayı başarıyordu. Tıklım tıklım dolmuş 8 numaralı
kortta Marsel maç sonunda ayakta kalan raket oldu. Oynadığı oyuna yakışan bir
şekilde, harika bir forehand ile fileye yaklaşan Marsel, ince bir çapraz
backhand vole ile topu rakibinin ulaşamadığı noktaya bıraktığında Türk tenisi
bir inanılmazı başarmış oluyordu. Dile kolay, Fransa Açık turnuvasında, yani dört
Major turnuvadan birinde, üç Türk tenisçi birden teklerde ana tabloda mücadele
etmeye hak kazanmıştı.
Seyircilerin
boşalmasını bekledim ve bu Türk tenisi adına tarihe geçecek olan kortun bakıma
alınmasına baktım. Maç esnasında ve seyirciler çıkmaya başladığında bu
“mabedimiz” sayılabilecek 8 numaralı kortun resimlerini çekmiştim, ama bir tane
de kort bakıcıları hortum ile kortu sulamaya başladığında çektim. Bu efsane
kortun her dakikasını yakalamak gerekirdi. İlerleyen günlerde üstünde çok tepinilecekti,
çok aşınacaktı. Ancak 20 Mayıs 2016 tarihinde bu 8 numaralı kort resmen
“bizden” idi. Üç maça sahne olmuştu, hepsinde yüzümüz gülmüştü. Türk tenisinin
tarihine altın harflerle geçen bir günü bize yaşatmıştı.
Teşekkürler
Çağla, İpek ve Marsel. Şimdi hedef ana tablo ilk tur maçları.