Voleybol Federasyonu, dört yıl önce bugünleri hedefleyerek çok özel bir karar aldı. Özenle seçtiği yetenekli sporcuları üç yıl süresince kulüplerin elinden alıp, kendi bünyesinde çalıştıracaktı. Bir çok kulüp buna karşı çıktı. Aileler uzun süre çekimser kaldılar. Söz konusu olan bunca yıldır emek verdikleri sporcularıydı, kendi çocuklarıydı. 

Federasyon, kararlılığını ortaya koydu ve aileleri tek tek karşısına alıp onları ikna etti. Sporcuları Ankara’da topladı. Onlar için yatılı Voleybol Lisesi yaptırdı. Sporcuların karşılaştıkları sorunlara çözüm getirdi. Bu sporcular kamplara, yurt dışı turnuvalara gönderildiler. Hiç bir masraftan, hiç bir fedakarlıktan kaçınılmadı. Sporcuların tecrübeleri artsın diye hepsi TVF Lisesi adıyla Voleybol 2.Ligi’nde oynatıldılar. Çocuklar, aileler ve kulüpler, hepsi bu proje etrafında kenetlenip, tek vücut oldular.

Sonra ne oldu ? Dört yılın sonunda söz konusu takım önce Avrupa ardından da dünya şampiyonu oldu. Üstelik, Çin gibi bir ülkeyi finalde 3-0’lık net bir skorla yenerek! Elbette bu başarı, akıllara “Aynı başarının teniste de nasıl yakalanabileceği” sorusunu getirdi. Tenisimiz, böyle ayakları yere basan, hedef  koyan ve o doğrultuda kararlılıkla yürüyen projeler ile ilerleyebilecektir. Dönemin TVF başkanı Erol Karabıyık, dünya şampiyonluğu kupasını elimize tutuşturmuş, karanlığa bir ışık yakmıştır. İmkansızı isteyerek harekete geçmiş, değil voleybol dünyasına, bizlere bu işin nasıl olabileceğini göstermiştir. Bence heykeli dikilecek bir spor adamıdır. 

Voleybolun takım, tenisin bireysel spor olduğunu söyleyenler var. Bu nedenle böyle bir projenin teniste tutmayacağını ileri sürüyorlar.

O zaman şu örneği verelim: İngiliz, Amerikalı ve Japon üç arkadaş, Afrika’da safari yaparken dehşet içinde bir aslan grubunun kendilerine doğru geldiğini fark ederler. Japon, hemen kalın safari botlarını çıkarıp, çantasındaki spor ayakkabılarını giymeye başlar. Bunun üzerine Amerikalı “Boşuna ayakkabı değiştiriyorsun, aslanları geçemezsin ki” der. Koşmaya hazır Japonun cevabı hazırdır: Sizi geçsem yeter!

Bu proje ile bizden Federer, Nadal çıkarmamız beklenmiyor. Bizler spor ayakkabılarımızı bir giyelim önce. Bir kaç tane daha Marsel, Çağla, Pemra, Melis ya da Başak çıkarsak yetmiyor mu? Federer’in, Nadal’ın bulunduğu listede Mehmet’in, Williamslar’ın listesinde Ayşe’nin olması için bu aşamadan geçmek zorunda değil miyiz? Benzer bir yöntemle Henin’in, Clisters’in çıktığı bir sistemi, erkeklerde kimse çıkmadı diye eleştirebilir miyiz? 

Bu proje teniste hayata geçirilirse, başarı şansı katılan sporcu adedi kadar artacaktır.Teniste işler çok daha kolay. Milli Piyango bileti gibi düşünün. Bir takım için alınan tek bir biletin kazanma şansı ile takımın her bir sporcusunun ayrı ayrı aldıkları biletin kazanma şansı aynı olur mu? Kazanma şansı, alınan bilet adedi kadar artmıştır.  İşin güzelliği kime piyango çıksa tüm Türkiye‘nin sevinecek, alkışlamak için ayağa kalkacaktır.

Voleybolda uygulanan sistemi kopyalayıp teniste aynı şekilde çalışmak değil söz konusu olan. Ayrı okul olmadı, ayrı bir sınıf yaparsın. Ya da eğitim sistemini en azından belli bir sporcu sınıfı için engel olmaktan çıkaran bir yöntem uygularsın. Amaç sporcular önündeki engeli yok edip, hedefe atılacak adımları kolaylaştırmak. 

Dünya şampiyonluğuna sevinirken, her başarının ardında yoğun, samimi bir çabanın, bıkkınlık tanımayan bir azmin olduğunu unutmayalım. Bu kadar heyecanlanıyor, seviniyoruz. Bir de harekete geçebilsek.

Akıllıca. Kendimizi daha yükseklere lâyık görerek. Değerlerimizi değerlendirmeyi öğrenerek. Başarının belirlenmiş hedefe adım adım – bu arada bir sürü başarısızlık yaşamak- ama asla yılmadan ilerlemek anlamına geldiğini bilerek. Hep birlikte isteyip, çaba göstererek...