Bunca yıldır tenisin starları arasında olan fevkalade yetenekli 30 yaşındaki sempatik Fransız Gael Monfils dün tüm kariyerindeki sadece ikinci slam yarı finalini oynadı. İnanması güç değil mi? Bir yorumcu, tenis oyuncularından bahsederken “yıldız olmakla şampiyon olmak arasındaki fark nedir bilir misiniz?” diye sormuş peşinden de yanıtını kendi vermişti: "Yıldızlar savaşabilir ama şampiyonlar maç kazanmasını bilir!"

 

İşte Djokovic-Monfils arasındaki mücadelenin özü bundan ibaretti. Korkunç bir nem dalgası oyuncuları fiziken tüketti. Maçın başlarında Fransız o denli etkisizdi ki ikinci sette durum 0-2 olunca o durağan izleyiciler bile tepki gösterdiler. Bu ona yaramadı değil. Üçüncü seti aldı. Sonra yine başa dönüldü. Djokovic omzundan, Monfils dizinden sorun yaşadı.


Dış etkenlerden fazla etkilenmez diye bilinen Sırp raket, son iki sette yorgunluktan üst üste çift hatalar bile yaptı. Yaptığı hatalar onu gömleğini yırttıracak kadar hırslandırdı. Ama bu adamda öyle bir konsantrasyon var ki en zor durumlardan bile toparlanarak kurtulduğunu gördük. Evet yine kendisini topladı ve maça iki buçuk saatte noktayı koydu (6-3, 6-2, 3-6, 6-2).

 

İkinci yarı finalde şartların Kei Nishikori olduğunu düşünüyordum. Senenin çoğunu Florida'nın hava şartlarında geçirdiği için buraya daha kolay alışacağı aşikardı. Ufak tefek Japon, tenisin dev yapılı atletleri arasında açıkcası kendisine çok iyi bir yer yaptı.

 

Tüm düşünceler Nishikori'nin Wawrinka'nın daha hassas noktası olan forehand'i üzerine oynayacağı ve onu hata yapmaya zorlayacağı şeklindeydi. Öyle de oldu. Maç servis çizgisinin 3-4 metre gerisinden başladı. Japon, agresif ve kontrolü ele geçirmeye uğraşıyordu. Başardı da. 2-2'de rakibini kırdı ve voleye de gelerek durumu bir anda 4-2 yaptı. Oradan da seti 6-4 aldı.

 

İkinci sette Nishikori oyuna tamamen hakim başladı. İsviçreli önce öyle pasif kaldı ki Japon servis vole oynamaya başlayarak rakibini erkenden kırdı (2-0).  Sonra Wawrinka kendini belli etmeye başladı. Maç başa baş hale geldi. Bu şartlarda Stan kendisini toparlamış hatta daha zinde bile gözükmeye başladı. İkinci seti alarak maçı eşitledi. Ardından üçüncü seti de aldı.

 

Şimdi iş artık Jack London kitaplarındaki felsefeye "Survival of the Fittest"a (güçlünün ayakta kalacağı) dönmüştü. Ve ibre hala Wawrinka'dan yanaydı. Öyle de oldu. Wawrinka üç saati biraz aşkın bir sürede Djokovic'in rakibi oldu (4-6, 7-5, 6-4, 6-2). Tek erkekler finalinde de yukarıdaki olgunun etken olacağı anlaşılıyor.

 

Şimdi önümüzde kadınlar finali var. Dünyanın en iyi atleti olup olmadığı tartışılan Serena'nın yer almadığı bir final, ABD'li izleyicileri hiç memnun etmedi. Ancak önceki yazımda değindiğim gibi fevkalade çekişmeli ve zevkli bir maçın bizi beklediğini sanıyorum. Alman Angelique Kerber ağır basıyor ama Çek Karolina Pliskova'nın neler yapabileceğini gördük. Siz yine de onun olmazı yapabileceğine kendinizi alıştırın.


Hoş kalın.