Avustralya’da ikinci haftaya girdik. Ağır-abiler hafiften zorlanmaya başladı. Ancak bu demek değildir ki kupaya aday değiller. Tam tersine geçmişi biraz olsun anımsarsak finale giderken zorlanan yıldızların, sonrasında mutlu sona ulaştıklarını, halbuki kolay bir fikstürden gelenlerin son etaplarda veda ettiklerini görürüz. Çekişmeli geçen maçlar tenisçilerin son akortlarını daha iyi yapmalarına yol açıyor. İster Djokovic, ister Federer ister başka biri.
 
Keza, 35-40 küsur haftayı uçaklar, oteller, bavullar, değişik ülkeler, farklı alışkanlıklara sahip insanlar, zıt iklimler arasında geçirdikten sonra yegâne tatillerinden çıkıp Avustralya’ya yeni yılın ilk büyük turnuvasını oynamak üzere gelen oyuncuların burada aldıkları sonuçları sezonun gerisi için bir örnek almak çok büyük bir yanlıştır. Bugünkü tenisin atletleri kendilerini planlı programlı bir şekilde tüm yıla  hazırlarlar. Kendilerine yaptıkları yatırımın meyvasını da yavaş yavaş alırlar. Tabi sıra dışı olanlar hariç. Sıra dışı derken de Federer ve Djokovic gibi ilk 10 içerisindeki oyuncuları kastediyorum.
 
Burada aldıkları beklenmedik sonuçlarla, bazı gençleri tenis dünyasına yeni bir soluk olarak sunmak ise yanlışın içine balıklama atlamaktır. Artık bir-iki sonuçla gelip en üst basamaklarda tutunabilmek fevkalâde zordur. Zira bilimin ilerlemesiyle başarıyı daha uzun yıllar sürdürmek kolaylaşmıştır. Nasıl futbolda eskiden jübilesini hazırlarken şimdilerde bir sporcu en başarılı yıllarını 30’u civarında geçiriyorsa, bu olgu diğer branşlar için de geçerlidir. Zirvedeki teniscilere bakarsanız 30 yaş ve üzeri yıldızları görürsünüz. İlk 10 teniscinin yaş ortalamaları 30’dur. Aralarındaki yegâne küçük yaşta olan Nishikori’dir. Yaşı 26.
 
1990’ların sonuna doğru 32 yaşlarını sürdüren tenisciler arasında en yüksek sırada olan 124. idi.  Bu ihtiyarlar (!) arasında ilk beş yüz içerisinde sadece beş raket vardı. Şimdilerde 34 yaşındaki Federer sıralamada 3. Onun haricinde beş ihtiyar daha var ilk 25’in içinde.
 
Kadınlarda ise 34’lük Serena Williams hala işi farklı götürdüğüne göre fazla konuşmaya gerek yok. Kendi kazanıyor (ya da arada bir yine kendi kendine kaybediyor).  Tartışmayı sürdürmek için onun tenisi bırakmasını beklemek bence en doğrusu. ABD’de sokaktaki insanların çoğu bu kadını sevmiyor. Ama bunu da dürüstçe ortaya koyamıyorlar. Hep yarım ağız ! “Ülkenizi ondan daha temsil etmiş bir başka tenisci söylesenize bana” diyorum. Eveleyip geveliyorlar.
 
Şimdi gelelim Avustralya’da olacaklara. İlk yazımda sürprizlere hazır olun demiştim. Artık sonlara geliyoruz. Ama şok sonuçlar hala peşpeşe geliyor.
 
Benim tahminim Melbourne’de Djokovic’in favori olmasına karşın Murray’in onu fazlasıyla zorlayacağıdır. İngiliz ocakta unutulmuş çaydanlık
gibi. Kendi kendine fokurdayıp bitiyor. Zararı kendine. Halbuki fevkalâde yetenekli. 
 
Kadınlarda ise Serena’yı Azarenka çok uğraştıracaktır. Bu kadın beğeni listemde hiç olmadı. Hatta itici buluyorum... Sportmen de değil. Ama bu, onun son derece iyi bir atlet olduğunu görmeme engel değil.
 
Azarenka ve Murray’in oynadıkları tenis yeteneklerinin sadece bir parçası…Maçlarda hepsini ortaya koyabilecek bir kafa yapısına keşke gelebilseler. O vakit oyunun tadına doyum olmaz.    
 
Hoş kalın.