Covid teşhisi konmuş ve anında karantinaya girmiş biri olarak neredeyse bir aydır eve kapandım. 300 metre ötede bir doktor randevusu hariç burnumun ucunu bile çıkarmadım. Rahatlıkla söyleyebilirim ki bu son derece sinsi, kalleş ve adi bir hastalık. 10 günün sonunda negatif bile çıksanız her gün kendisini anımsatıyor. Vücudunuzun çeşitli uzuvlarından ya da organlarından size çeşitli mesajlar yolluyor. Ya nefes darlığı çekiyorsunuz ya bağırsak problemi yaşıyorsunuz… Böbreğiniz ağrıyor, elleriniz şişiyor, sırt ya da boyun ağrısı çekiyorsunuz. Başınıza iğneler saplanıyor. Onun için size birinci elden tavsiye: SAKININ!

İstendiği kadar reklam yapılsın, sahalar efsanelerle, şampiyonlarla, yenilmez armadalarla dolu olsun yine de izleyicisiz sporun ne sahadakiler için ne de televizyon başındakiler için hiçbir albenisi yok. Başlığım gibi ne tadı oluyor ne de tuzu.

Akılsız baş derken de dünya profesyonel erkekler tenisinin 1 numarası Sırp Novak Djokovic’ten bahsediyorum. Bu zat-ı muhteremin kırdığı cevizlere geçmiş yazılarımda değinmiştim. “ATP Oyuncu Konseyi Başkanı” iken izlenen yöntemi eleştirerek istifa ederek Kanadalı Pospisil ve ABD’li Isner ve Querrey ile ayrı bir oluşum kurmuşlardı. Ayrı bayrak açmalarına Federer, Nadal, Wawrinka gibi bir sürü ağır top eleştiride bulunmuşlar ve ayrılık değil birleşme zamanı olduğunu bildirmişlerdi. Dinlemediler.

Daha iki ay dolmadan anlaşılan bu yeni oluşumla bir yere varamayacaklarını gördüler ki, Djokovic ve avanesi tekrar ATP’ye dönmek üzere başvuruda bulundular. Aldıkları yanıt onlar için biraz acıydı: “Başka bir oluşum içerisinde bulunan profesyonel oyuncular ATP kurullarına kabul edilmeyeceklerdir!”

Akılsız başa söz neylesin!

Gelelim Londra’da oynanılan yılın son turnuvası “Nitto ATP Masters”a.

Meraklısına söyleyelim Nitto bir Japon firması: “Nitto Denko Corp.” 100 yıllık bir şirket. 30.000 personel barındırıyor. Tekstil ürünlerinden elektrikli oto parçalarına, kanser ilaçlarından vitrifiyeye kadar 70 endüstriye 13.500 ürün pazarlıyor. Yıllık cirosu 8 milyar dolar.

Maalesef hiçbir kanalımız bu turnuvayı yansıtmayınca “ATP TV” aboneliğim işe yaradı. Londra “O2 Arena”da loş bir ortam yaratılmış. Üzerine bir de boş tribünler eklenince sanki karadeliğe çekilmiş gibi oluyorsunuz!

İki grupta da hiç şansı olmayan birer oyuncu vardı. Arjantinli Schwartzman ile Rus Rublev. Diğerlerine antrenman vermekten öteye gidemediler. Yarı finalde önce Djokovic ile Thiem karşılaştı. Avusturyalı 4 maç topu atıp erken bitirebileceği maçı strese girip zora soktu. Ancak son setin tie-break’inde 4-0 geriye düşünce stresi bırakıp üstüne adeta bir cahil cesareti(!) çekti. Yaradana sığınıp çizgilere vurmaya başladı ve hepsi tuttu. Oradan maçı kazandı (7-5, 6-7, 7-6).

Ardından bizim saatimizle gece 23:00’te (Londra saatiyle 20:00) Nadal ile Medvedev çıktı sahaya. Bu kez İspanyol Boğası 2 sette rahat alabileceği maçı 3 sette verdi Rus’a (3-6, 7-6, 6-3).

Şimdi finalde Thiem ile Medvedev var. Biri gruplardaki etkisiz son maçında Rublev’e yenilmesine rağmen Tsitsipas ile Nadal’ı yenip, yarı finalde de Djokovic’i derleyip finale geldi, Rus rakibi ise gruplarda Schwartzman, Zverev ve Djokovic’i, yarı finalde de İspanyol Boğasını yenerek…

Kim mi kazanacak? Gönlüm Medvedev, mantığım Thiem diyor.

2017’de Dimitrov, 2018'de Zverev, geçen yıl Tsitsipas ve şimdi de Thiem ile Medvedev’den biri. “Büyük 3’lü” ağır ağabeyler Federer, Nadal, Djokovic’in nöbet değiştirme zamanı geldi der misiniz?

Bence ortalık yatışıp normal hayata dönüldüğünde, bilhassa izleyicilerin yerlerini aldığı Grand Slamlerde radikal bir değişiklik olmayacaktır ama zamanın gelişi hızlandı. Ne de olsa unutmayın ki işler normale döndüğünde tecrübe büyük önem kazanacaktır.

Ancak ne yazık ki hiçbir genç raket bu üçlünün yerini dolduramayacaktır. Hele ki bir Federer klasında tenisçi görmemiz çok uzun zaman alacaktır.

Hoş ve esen kalın… Tanrı güldüğünüz günleri sizlerden sakınmasın.