New York’taki hava durumu nedeniyle kapalı bir çatı altında ve bizim için makul sayılabilecek bir saatte (19:00) dünya 1 numarası Çekyalı Karolina Pliskova ile ABD’li Coco Vandeweghe korta çıktılar.


Dün yazdığım gibi Amerikalının sinirlerine hakim olması bu maçın skoruna büyük etki edecekti. Aynen öyle de oldu. Vandeweghe atak ve onun için oldukça sakin bir maç oynadı. Bu yapısıyla umduğundan da kolay bir galibiyet aldı (7-6, 6-3). Hem anne hem de baba tarafından kuşaklar dolusu sporcu bir aileden gelen bu kız kadın tenisi için umarım etkili bir soluk olur.


Pliskova ise görünür bir şekilde tutuktu. Vandeweghe yenilgisi ona daha da fazlasına mal oldu. 1. sırayı Garbine Muguruza’ya kaptırmış oldu. Yani anlayacağınız biraz da mizah katarsak İspanyol tenisçi “el kaşığı ile aş yemiş oldu”!


İkinci maç Rafael Nadal ile burada en büyük sürprizi gerçekleştiren 19’luk Rus Andrey Rublev arasındaydı. Rublev bilhassa Avrupa anakarasındaki turnuvalarda zaman zaman Nadal’ın antrenman partnerliğini yapan birisi. Dolayısıyla birbirlerini iyi tanıyorlar.


Ancak Nadal’ın öyle bir acelesi vardı ki maç beklenilenden de kısa sürdü. Bir buççuk saatte 6-1, 6-2, 6-2’lik setlerle. Sanki sahada bir panter vardı. Yaptığı her vuruş yerini buldu. Herhalde hiçbir slam maçı (hele çeyrek finalde) bu denli kısa vuruşlarla geçmemiştir.


Rus raket biraz da acemilikten (ilk kez bir Grand Slam turnuvasında çeyrek final oynuyor) sabır göstermeyip illa puan alıcı vuruşlar kovalamasa belki maç daha uzun sürerdi. Ancak sonuç yine de değişmezdi. Rus raketin çok güçlü bir forehand’i var. Ama onu kullanmasını hiç bilmiyor. Doğrudur çok genç ve Nadal ile aralarında çok büyük bir kalite farkı var. Bu genç adamı aynı Shapovalov gibi epey izleyeceğiz gibime geliyor. Yeter ki bu oyunu sabırla oynamasını sindirsinler.


Kadınlarda gecenin son maçı da kısa sürdü sayılır (1 saat 49 dakika – 6-3, 6-3). ABD’li Madison Keys’in Estonyalı rakibi Kaia Kanepiye karşı fazlasıyla silahı vardı. Yegane endişe onun böyle bir maçın stresine dayanabilecek bir yapısının olup olmadığı idi. Pek umurunda bile olmadı. Vurdukça vurdu. Vurduklarının çoğu da tuttu.


Böylece 1981 yılından beri ilk kez bir slam turnuvasında dört ABD’li birden yarı finalde yer alıyor. Tabii bu sonuç bir yerde ABD’nin yıllardır bıkıp usanmadan yaptığı yatırımların sonucu mu diye sormak gerek. Bence acele etmemek gerek. Harici şartların ve fikstür azizliklerinin bu şampiyonaya çok büyük etki ettiği belli. Dolayısıyla böyle bir saptama yapabilmek için en azından gelecek yılın ilk iki slam turnuvasının sonuçlarını görmek gerek. Ancak Keys ve Vandeweghe, antrenörleri Lindsay Davenport ve Pat Cash ile fevkalade bir sinerji yarattılar. Alkışlamaya değer.


Bir yanda 22 yaşındaki Keys ile 26’lık Vandeweghe kapışırken, öbür yarı finalde 24 yaşındaki Stephens, anneanneleri(!) yaşayan efsane Venus Williams (37) ile kozlarını paylaşacak. Aralarında şimdiye kadar oynadıkları maçlarda Keys 2-0, Stephens ise 1-0 önde.


Ancak Vandeweghe, yepyeni antrenörü Cash ile fevkalade bir aşama kaydetti. Venus Williams ise belki de kariyerinin en iyi tenisini oynuyor. Ama Stephens böyle bir üstünlüğe pabuç bırakacak yapıda hiç değil. İlginç bir karşılaşma olacağı aşikâr. Gönlüm Williams’ın burada şampiyon olmasını arzuluyor, ama mantığım Stephens’ın buna müsaade etmeyeceğini söylüyor.


Keys-Vandeweghe maçı müthiş bir güç gösterisine sahne olacaktır. Hatta bu maçı sonsuz bir kaos olarak da izleyebiliriz! Hatalarına sinirlenip uyarı/ceza alan da olabilir. Hiç şaşırmayın. İkisinin de yapısı buna müsait. Vandeweghe zaten raket düşmanı. Farklı aldığı maçlarda bile iki raketi emekli etmeden çıkmıyor! Sinirlerine, hislerine en hakim olan, planlı ve programlı olan, sabırla topu yönlendirebilen üstün gelecektir.


DELPO’DAN MÜTHİŞ İŞ

Ve sabahın 04:00’ün de sahneye Roger Federer ile Juan Martin del Potro çıktı. Federer baştan istediği üstünlüğü kuramayınca bu maçın uzun süreceği belli oldu. Gerçi maçın uzun sürmesi daha yorgun olan Arjantinlinin işine gelmiyordu ama haşmetmeabları da bir sonraki maçın (Nadal) düşüncesinde endişeli olabilirdi.


Üstelik üzerinden bir türlü atamadığı bir kavrukluk da vardı. Delpo sanki rakibinden daha istekliydi. Ama Federer’in bu tür hallerine alışık olarak bekle ve gör diyorduk kendimize.


Başa baş giden sette 5-5 iken Del Potro rakibinin servisini kırınca zaten ilk puandan itibaren Arjantinlinin servisine bir çare bulamayan Federer seti yitirdi (7-5). 


İkinci sette Federer biraz daha kendine geldi. Atak oynamaya, rakibini üzerine gelmeye başlayınca Arjantinlinin backhand’i bilhassa kritik toplarda alarm vermeye başladı. 2-1’de de servisi kırılınca set göz açıp kapayıncaya kadar 6-3 bitti. Setler eşitlendi.


Üçüncü setin başlarında Del Potro 3-0 öne geçti. 4-1 oldu. İsviçreli döndü geldi onu 4-4’te yakaladı. Tie-break’te önce Arjantinli en kritik yerde bir çift hata ile seti İsviçreliye altın tepside sundu. Kabul etmedi İsviçreli! Sonra bir voleyi dışarı atıp ben alamıyorum sen buyur dedi Arjantinliye. Latin ırkı ne olsa… Delpo reddetmedi ve tie-break 10/8 onun lehine sonuçlandı. Federer gibi biri dört kez set puanı atıp alamadı. Setler 2-1.


Dördüncü sette yüzü epey asık bir İsviçreli ve sanki çarşıda dolaşıyormuş ifadeli bir Del Potro. Yani Arjantinlide değişen hiçbir mimik yok. 2-2 iken Del Potro servis kırdı (4-2). 5-3 oldu. Sonraki oyunda Del Potro bir forehand vurdu ki Federer sipere girmekte zorlandı! Ancak oyunu alarak durumu 4-5 yaptı.


Ama servis ve gün Del Potro’nundu. 7-5, 3-6, 7-6, 6-4 ile maça üç saatte nokta koydu. New York’ta rakibini bir kez daha yendi. Anlaşılan ABD, bir Nadal-Federer karşılaşmasını daha uzun bir süre bekleyecek. Artık yazıya galibiyeti her yönüyle (insanlığı ve sporculuğu) haketmiş bir insanın, Del Potro’nun, lisanıyla son verelim: Buenas Noches ya da Buenos Dias!