Merhaba sevgili okurlarımız. Artık yaza girdik sayılır. Bundan sonra doğayla daha iç içe olabileceğiz. Erken ışıyan gün, masmavi göğe batan güneş de insana neşe veriyor… Kendinizi daha sağlıklı hissediyorsunuz. Ben de buna katkıda bulunmak istedim. 
TEB BNP Paribas İstanbul Open’da geçen yılın sürpriz şampiyonu, sempatik ve minik Arjantinli Diego Schwartzman ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Şampiyonun söyledikleri mutlaka ilginizi çekecektir. 

Diego seni tanıdığımızdan bu yana sürekli gelişme gösterdin ve sıralaman hep yukarılara doğru ilerledi. 2012 yılında 371’den 179’a, 2013 yılında ise 117’ye, 2014 yılında 60’a ve 2016 yılında da 52’ye kadar çıktın. Şimdilerde ise 46. sıradasın. Buradan da 5-6 sıra daha yükselerek çıkacaksın gibi görülüyor. Bunların hangisini gerçekleştirmek senin için daha zordu?
İnanın bu sorunuzu yanıtlamak daha zor. Ama şimdi düşününce galiba ilk başlarda daha zorlandım. Zira her şeye yabancısınız. Öncelikle turnuvaları öğrenmekle başlıyorsunuz. Haftalarınızı nasıl programlayacağınız çok önemli. Ama işte buna bile yabancısınız. Önce Futures, sonra Challenger’ler, tur şampiyonaları ve nihayet Grand-slam’ler. Usta oyuncuları tabii ki zamanla tanımaya başlıyor ve ne yöne gitmek isteyeceğinize karar veriyorsunuz. Her gün başka bir şeye odaklanmanız gerekiyor. Saha dışındaki işlerinizi doğru ayarlar, programınızı da en iyi şekilde oluşturur ve çalışmalarınızı da aksatmazsanız işte o zaman kort içerisinde iyi oynarsınız.
Peki ilk 50 içine geldiğinize göre, tenis oyunu açısından ilk 50 ile ikinci 50 arasındaki standart farkını açıklar mısın?
Bence bu farkı, ilk 20 ile geriye kalanlar olarak tanımlasak daha iyi olur. Esas fark bence ilk 20’de. Onlar bir başka. Genellikle teniste sabah iyi uyanmazsanız karşınıza iyi uyanmış bir rakip geldiğinde yenilirsiniz. Ama işte o ilk yirmi ne yapıp edip o maçları da kazanmasını biliyor. İster toprak, ister çim, ister sert zemin olsun veyahut ister içeride ister açık havada her şartta galip gelmesini biliyorlar. Onlar gerçekten bir başka. Zaten izliyorsanız ilk 20’nin pek değişmediğini görüyorsunuzdur. Evet, arada bir gençler giriyor ama ne kadar?

Nedir sence onların üstünlüğü? Bu, gerçekten çok merak edilen bir konu…
Bilemiyorum. Bunu açıklamak çok zor. Onlar sadece iyiler, hem de çok iyiler. Kort içinde maçta, antrenmanda veya kort dışındaki sosyal yaşamda her şeyi iyi ve doğru yapıyorlar. İşlerine çok ama çok konsantreler.

Sizlerden daha iyi çalışıyorlar diyebilir misin?
Kesinlikle hayır. Olmaz öyle şey. Ben ilk 20’deki tenisçiden daha az çalışmıyorum. Bir Goffin ya da Pouille benden fazla çalışmıyor. Ama işte maç esnasında bu adamlar bizlerden daha iyi oynayabiliyor. Bilemiyorum. Düşünüyorum da bunu yanıtlamak çok güç. Buna hiçbir oyuncunun yanıt verebileceğini sanmıyorum.

Kafaları farklı çalışıyor olabilir mi?
Belki belki. Neyin olduğunu bilmiyorum ama bir şeylerin farklı çalıştığı mutlak (burada fevkalâde bir kahkaha koptu!).  

Sen bu adamların arasında ilk 20’ye gireceğini düşünüyor musun?
Yakında olabileceğimi sanıyorum. Bunu gerçekleştirmek için çok çalışıyorum.

Seni izlemeye başladığımız günden bu yana sürekli gelişme gösterdin. Öyle değil mi?
Evet, idealimi gerçekleştirmek istiyorum. Ama ilk 20’ye girsem de orada kalıcı olabilmek daha da zor. Daha da fazla çalışmam gerekecek.

Toprak mevsimi, sana sert zeminden daha mı uğurlu geliyor? Yani toprak zeminde daha mı iyisin?
Pek sanmıyorum. Zira buraya gelene kadar hep sert zeminde oynadım ve iyi sonuçlar aldım. Pek bir fark olduğunu sanmıyorum hakikaten. Bana sanki sert zeminde daha çok maç kazandım gibi geliyor. Üç aşağı beş yukarı aynı gibi. Belçika’da kapalı salonda final oynadım. Dolayısıyla toprakla sert zemin arasında pek bir seçim yapamam. Ama çim ise bir başka sorun. Orada ayakta durmakta bile zorlanıyorum. Şimdiye kadar tek bir maç bile kazanamadım çimde. Çim oyunumu çok geliştirmem gerekiyor. Bunun bilincindeyim.

Ülken için Davis Kupası takımında yer alıyorsun. Biliyorsun ki Davis Kupası statüsünün değişmesi için oyuncular çok baskı yapıyorlar. Sen bu işe ne diyorsun?
Biz Arjantin’de, evimizde kendi izleyicimiz ve kesin bir fanatizmin eşliğinde oynamaya bayılıyoruz. Bir başka hissediyoruz kendimizi!..

Yani bir Boca oyuncusu gibi anlaşılan! (Arjantin’in en sevilen futbol takımlarından biri olan Boca Juniors taraftarı. Bu taraftarın çok ateşli olduğu bilinir. Kendi de iyi bir futbol oyuncusu.)
Aynen. Elimden geldiği sürece ülkemi temsil etmeye devam edeceğim.

Peki, takvimin yoğunluğu ve üç günde bir sürekli beş setlik maçlar oynamak seni zorlamıyor mu?
Burada hakkın var. Mesela, Eylül’de Dünya Grubunda kalabilmek için ta Kazakistan’a Astana’ya gitmek zorundayız. Düşünebiliyor musunuz? Amerika Açık’tan çıkıp dünyanın diğer ucu olan Asya’nın ortasına gideceğiz. İklim, yemekler, hava, su, kortlar, insanlar, her şey farklı. Üstelik saatlerce havada kalacağız. Sonra da Asya’nın diğer ucuna ATP Turnuvası oynamaya gideceğiz. Çok zor.

Üç gün üst üste beşer setlik maçlar yapmak da zor değil mi? Fiziksel olarak hayli yoruluyorsundur sanırım.
Eğer üç günde de (gülüyor zira onun olmadığı sabit bir çift takımları var) seni takıma koyuyorlarsa gerçekten çok zor.

Sana sezonun geri kalanında başarılar diliyorum.
Teşekkür ederim… Görüşmek üzere.

* Bu röportaj Tenis Dünyası dergisinin 87. sayısında yayınlanmıştır.