Fransa Açık ya da bir diğer adıyla Roland Garros (RG) bu Pazar (yarın) başlıyor. Paris’in ev sahipliği yaptığı organizasyon beş set üzerinden oynanılan ve Grand Slam diye adlandırılan dünyanın başlıca dört turnuvasının takvimsel olarak ikincisidir (Avustralya, Fransa, Wimbledon ve ABD). Dördünün bence en zorlusudur. Hele bunu Paris’te izlemek bambaşka bir zevktir.

RG’de herkesin merakını çeken mutlak ki genç süper yıldız Alcaraz olacaktır. Bizde bu çocuğa hemen bir yakıştırma yapıldı. “Yeni Nadal”mış. Yahu adamın oynadığı tenisin Nadal ile uzaktan bile alakası yok. Onların birleştiği yegane nokta ikisinin de İspanyol olmaları!

Alcaraz inanılmaz yükselişini yaşadığı şimdilere kadar oynadığı Grand Slam’lerde epey başarısızdı. 2021 ABD Açık’ta çeyreklere ancak gelebildi. Yılın diğer üç Grand Slam turnuvasında ise ilk turlarda elenmişti. Şimdi RG’de strese dayanıklılığını göreceğiz. Hem başarı beklentileri, hem bir hafta içerisinde zirvenin üç sahibine olan zaferleri, gelen ödül paraları, dünyanın en başarılı altıncı raketi olması, favoriler arasında gösterilmesi ve en önemlisi yazılı, görsel ve sosyal medyanın sinir bozucu baskısı, 19 yaşına yeni basmış bir tenisçinin kaldırmak zorunda olduğu çok ağır bir yüktür. Üstüne üstlük çekilen fikstür ilk turlardan itibaren fazlasıyla sürprize gebe. Nadal, Djokovic ve Alcaraz aynı bölümde.

Her Grand Slam esnasında yazdığım gibi bu tür büyük turnuvalar daima serseri-mayın diye adlandırdığım raketlerce gerçekleştirilen sürprizlere açıktır. Burada da buna rastlamamız olası. Sadece kadınlarda Polonyalı dünya 1 numarası Swiatek'in bir sürprize izin vereceğini sanmıyorum… Tenisine öyle konsantre ki başka hiçbir şeye ucundan bile bulaşmıyor.

Roland Garros’ta bizim raketlerimiz de var(dı)… Cem İlkel, Altuğ Çelikbilek erkeklerde, İpek Öz ise kadınlarda eleme turu oynadılar. İlkel ilk turda gitti. Çelikbilek ile Öz ise ikinci turda üçer setlerle, seri-başı raketlere yenildiler. Yani bizler için uluslararası tenis camiasından maalesef pek sevindirici bir haber yok. Sadece yıllardır ABD’de yaşayan Mert Ertunga ülkeye dönüp İpek Öz ile çalışmaya başladı. Uluslararası tenisin mutfağından gelen biri olarak oyuncumuza katkısı mutlaka olacaktır. Yeter ki birileri çıkıp onun tökezletmesin.

Bana son zamanlarda soruluyor, “neden hep yabancı tenisi ve tenisçileri yazıyorsun, bizde onca turnuva yapılıyor, bunca da tenisçi katılırken neden onları hiç yazmıyorsun?”

Hazır yeri gelmişken yanıtlayayım:

1) Ülkemizde tenis yönetiminin sorumlusu “Türkiye Tenis Federasyonudur (TTF)”.

2) Teniste milli-takımlar şampiyonası olarak kabul edilen sadece iki organizasyon vardır. Erkeklerde “Davis Cup”, kadınlarda ise “Fed Cup” ya da yeni adıyla “Billie Jean King Cup”. Bunlar tenisin “Dünya Kupalarıdır”. Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF)” tarafından yönetilir ve gözetilir. ATP, WTA gibi kuruluşların burada sözleri geçmez.

3) ITF maalesef paraya tamah ederek bunları özel kuruluşlara satmış ve başta “Davis Kupası”nın formatını çoğunluğun anlamadığı başı başka, ardı başka bir garabete dönüştürmüştür. Üstelik bir çok koç ve tenis bilgesi (pundit) bu garabet sistemi çoğu yıldız oyuncunun reddedeceğini ortaya koymuşken! Öyle de oldu. Davis Kupası esas işlevini (5 set ve deplasmanlı olması, her ülkenin kendi saha ve seyircisi önünde oynayabilmesi ve böylece uluslarını temsil ederken bambaşka bir potansiyele bürünen oyuncuların şahane sürprizlere imza atması) yitirerek çapsız ve tatsız tuzsuz, tek bir yerde oynanıp bir haftada biten kuşa çevrilmiş bir turnuva olmuştur.

4) Hal böyleyken bile oynadığımız maçlar sonunda kümede kalabilmemizi “zafer” diye nitelendirebilen yöneticilerin bulunduğu bir ortamda ben ülkemiz için ne yazayım ki!

5) Ülkemizde organize edilen 100’e yakın uluslararası turnuva kaç vatandaşımıza yaramıştır. Yahu birisi çıkıp ta “biz şunca turnuvada dünya arenasına şu yıldızımızı sokabildik diyebilir mi?”
Yukarıdaki gençler ve öncekiler, hepsi ülkelerine ellerinden geleni vermeye çalıştılar. Kimse kaytarmadı, kimse “bana ne” demedi. Ama böyle bir sistematikten alınacak sonuç da işte bu kadar olur!

6) Ama TTF yöneticileri sürekli yeni projelerle medyada yer alıyor. Son “Tenisle Biriz” projesi.: Sporda kadın katılımını destekleme ve sporun ve toplumun farklı sorunlarına karşı farkındalık yaratmak. Ve önceki proje: “Ofislerde Plastik Kullanımını Azaltma!” Ey yumurtaya can veren Tanrım!

7) Her işin bir sistematiği vardır. Bizdeki sistematik ise sistemsizlik!

8) Hal böyleyken tenisimiz için ne yazayım? Alcaraz’ı, Swiatek’i, Avustralya ve Roland Garros’u yazmayayım da bunları mı yazayım? Benim aklım böyle bir sistematiği algılayabilecek denli ileri değil… Bir bilen varsa beri gelsin, bana yardım etsin!

Sağlıcakla kalınız.

Hamiş 1.: Çeşitli sıkıntılar yaşadığımız şu evrede Antalya’da başlayacak kulüplerarası veteran takım şampiyonasında, tüm kulüplere ve onların raketlerine sportmence bir rekabet diliyorum. Unutmayın ki hırs mantığı aştığında sakıncalı sonuçlar doğurur! Başarılar…

Hamiş 2.: Wimbledon organizatörü All England Lawn Tennis Club (AELTC) yöneticileri biliyorsunuz Rus ve Belaruslu raketlerinin turnuvaya girmesini yasaklamıştı. ATP, WTA ve ITF ise bunun adil ve kuruluş etiklerine uygun olmadığını ve buna karşı bir önlem alacaklarını ifade etmişlerdi. Dün bu üç kuruluş, tenisçilerin Wimbledon’dan puan alamayacaklarını kararlaştırdı! Bakalım puan alamayacağı bir turnuvaya katılmaktan vazgeçecek kaç tenisçi çıkacak?