Selçuk Ural'ın yorumu ve "Sensin Yaşanmazmış" adıyla uyarlanmış Enrico Macias'ın meşhur şarkılarından biri olan "Toi Paris, tu m'as pris dans tes bras"ın sözleri, gerçek Paris'i anlatıyor. Çünkü bu şehir, içinde kaybolmuş bir çocuk olan her gezgini kollarında saracak kadar cömert, onun içini ısıtacak kadar sıcak ve derin bir kent…

 

İşte bugün/dün İsviçreli Stanislas Wawrinka ile ABD'li Serena Williams'ın dilindeki ezgi buydu.

 

Williams, dün Çek Lucie Safarova'yı üç sette yenerek Fransa Açık'ın kadınlar kategorisinin şampiyonu oldu. Oynadığı yedi maçın dördünü bir set geriden gelerek kazandığı yegane turnuva bu Roland Garros. Daha önce hiçbir turnuvada da beş set yitirmemişti. Bu kadının tarihin en büyük tenisçisi olduğunu bazılarının anlaması için acaba ne yapması gerek?

 

Çift erkekleri Hırvat Ivan Dodig ve Brezilyalı Marcelo Melo çifti,  ABD'li dünya birincisi Bryan kardeşleri yenerek aldı. Bu maçı izleyenler son 10 yılın en zevkli çift maçı olduğunu söylüyorlar. Ne yazık ki izleyemedik.

 

Safarova belki teklerde hayal kırıklığına uğradı ama ABD'li partneri Mattek-Sands ile çift kadınları kazandı. Yine teklerdeki gibi fevkalade skorlarla önce dünya birincisi Hingis/Mirza'yı, sonra da Çekler'in efsaneikilisi Hradecka/Hlavackova'yı geçerek finalde Avustralyalı Dellacqua ile Kazak Shvedova'nın karşısına çıktılar. 3-6, 6-4, 6-2'lik skorla şampiyon oldular. Safarova bunu buradaki herkesten fazla hak etmişti.

 

Ve geldik her şampiyonanın göz bebeği tek erkekler finaline. İsviçreli "Stan The Man" ya da "Stanimal" lakaplı 30'luk Stanislas Wawrinka ile dünya birincisi Sırp Novak Djokovic  yani "Nole" çıktı kiremit tozuna. Her ikisi de Roland-Garros'ta ilk şampiyonluğunu aramakta. Nole kazanırsa Grand Slam yapmış olacak. Yani 365 gün süresinde 4 slam turnuvasını da (Wimbledon, Amerika Açık, Avustralya Açık ve Fransa Açık) kazanmış olacak (Bunun adına "Kariyer (Career) Grand Slam" diyorlar. Eğer aynı takvim yılı içinde dördüne de kazanırsanız "Yıl (Year) Grand Slam" oluyor).

 

Wawrinka köktenci Fransız izleyicisi tarafından pek sevilmiyor. Zira geçen yıl, Fransa'nın ev sahibi olarak Lille kentinde İsviçre ile oynadığı Davis Kupası finalinde Tsonga'yı 3-1 yenmişti. Maç sonrasında Stan "Fransızlar'ın daha az konuşup, daha çok tenis oynamalarını ve konuşmayı raketlerine bırakmalarını" önermişti!

 

İsviçreli yine aynı açıksözlülüğü ile "Günümde olduğumda herkesi yenebileceğimin farkındayım. Novak karşısına da bunun bilincinde çıkıyorum. İzleyicilerden etkilenmeyecek kadar da profesyonelim" diyordu. Ama burada tartışmasız tek hüküm vardı ki bu maçın her yanıyla Djokovic'in performansına bağlı olduğu.

 

Aynen öyle de oldu. Sırp raket maçınilk anından itibaren anlayamadığım garip bir tutukluk içerisindeydi. İlk seti (6-4) almasına rağmen güven vermiyordu. Baktı ki Wawrinka, rakibinin bu tutukluğu geçmiyor, başladı riskli vuruşlarla üzerine gelmeye… Bu oyunu tuttu da. Önce setleri eşitledi (6-4) sonra da 2-1 öne geçti (6-3).


Dördüncü sete Sırp iyi başladı. 3-0 öne geçti. Tenis kalitesi düştükçe çekişme artmaya başladı. Ama artık yorgunluktan gerçekleştiğini düşündüğüm, olmadık ve yakışmayan hatalarla yine eşitlik oluştu (3-3). Sonra tam Wawrinka oyunu kırıyordu ki Nole fevkâlâde iki puan oynadı. 4-3. 

 

İnanılmaz bu iki puan acaba ona gereken itici güç olacak mı diye düşündürdü. Belki olacaktı ama İsviçreli yakaladığı fırsatı bırakmadı ve seti 6-4, maçı da 3-1 aldı. Nole'nin de yenilebilir olduğunu ve maçtan önceki öngörüsüyle özgüveninin ne denli doğru olduğunu kanıtladı. Maçı kazandıktan sonraki sportmenliği ve rakibine karşı olan kadirşinaslığı ile de "Stan The Man" lakabının kendisine ne denli yakıştığını gösterdi.

 

İzleyiciler bitmeyen alkışlarıyla Novak Djokovic'e hak ettiği saygıyı gösterdiler.  

 

Au revoir Paris (Hoşçakal Paris).