Yarım asrı aşan bir süredir ülkemizin nice badireler atlatmasına şahit oldum. Ama inanın ilk kez bana dünyanın dört bir yanından dostlarım, tanışlarım “iyimisiniz” diye ulaşmaya çalıştı. Öyle bir evreden geçiyoruz ki sanki “ey yüce varlık sınıyor musun bu güzel ülkeyi” diye düşünmeye zorluyor insanı ! Bir yandan yeise kapılıyor, sevinmek gereken haberlere bile çekinceyle yaklaşıyorsunuz. Öbür yandan bedbahtlığın sorunlara çare olamayacağının bilincinde kendinizce bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Çok sevdiğim Kemal Tahir’in “Esir Şehir” üçlemesinde (Yol Ayrımı) bir özdeyişi vardır. “…Gerçek romantikler, ne kadar yumuşak, hatta gözü yaşlı gözükseler, gerçekten üzülmezler. Zira, romantik olmak bencil olmaktan ileri gelir bence…Gerçekten üzülebilmek için insanın gerçekçi olması gerekir” der. Onun için karar kara düşünüp durmakla hiçbir yere varılamaz.

Bir ulusal maç oynanılacak. Maçtan önce yapılan bir “saygı” duruşunda bile saygılı olamıyorsak, sevgimizi yansıtamıyorsak üzülmek ne işe yarar. Yasımızı paylaşamadığımız insanlarla geleceğimizi nasıl birlikte kurabiliriz ki?

Futbolda “Euro 2016”da mücadele edebileceğiz. Son maçlarda elde edilebilen bir sonuç bu. Daha doğrusu tüm gruplardaki rakiplerimizin birbirleriyle aldığı sonuçlar Paris’e ulaşabilmemize katkıda bulundu. Başta Fatih Terim olmak üzere tüm ekibi kutluyoruz…İnancın bir göstergesidir bu. Ama öte yandan eloğlunun skorlarıyla varılan bir sonuçtan kendimize aslan payını çıkarmayı anlayamıyorum. “El kazanıyla aş kaynamaz” der eskiler. Dünya futbolunda esamesi bile okunmayan Çek Cumhuriyeti ve İzlanda gibi ülkelerin birinci ve ikinci olduğu bir gruptan biz ancak üçüncü olarak çıkabiliyorsak bu bir başarı mıdır ? Yoksa şapkamızı önümüze alıp gerçekçi bir spor yapılanmasına nasıl ulaşabileceğimizi mi düşünmemiz gerekir ? (Terim bu yapılandırmanın önemine geçtiğimiz yıl Haliç Kültür Merkezinde yaptığı toplantıda işaret etmişti.) Unutmayın ki körler ülkesinde şaşılar padişah olur. Hırsları mantıklarını aşmamış insanların en öncelikli görevi çevrelerini yapılan yanlışlara karşı uyarmaktır. Bir ülkede de sevgiyi, saygıyı yitirmemek, insanların arasındaki ilişkiyi korumak için yapılması şart olan budur.

Sanmayın ki spor yöneticiliğinde atılan yanlış adımlar salt bize mahsustur. Dünya futbolunun en üst makamlarının girdiği çamuru alem duydu. Ne Blatter’i kaldı ne Platini’si ne de Beckenbauer’i!

Sadece sıfatları “Yönetici”!

ABD Tenisinin girdiği açmazı hepimiz görüyoruz. Erkeklerde cihana hükmeden bir ülke yanlış uygulamalarla ilk 10 arasına tek bir raket bile sokamıyor. Üst üste yönetici değiştirip duruyorlar. Onlara en büyük kaynağı sağlayan ünüversite tenisini yanlış uygulamalarla bitirdiler. Kadınlarda (yeni çıkan ama nereye gidecekleri meçhul raketlerle) biraz daha iyiler, ama Serena Williams olmasa, ne durumda kalırlardı, koskoca bir soru işareti. Kadın öyle üstün ki onca fazla kilosuna rağmen yıllardır tek başına kupaları alıp götürüyor. Babasından başka da kimse yetiştirmedi onu ! İşte size bir dünya devinin ancak çapsız yöneticileriyle düşebileceği bir kara delik!

Yerinde duramayan bir karaktere sahip olan efsane raket Jimmy Connors 35’ini geçip sakatlıklar yüzünden turnuvaları alargaya aldığında yeni bir proje attı ortaya. Tenisi yediden yetmişe her insana sevdirmek, herkesi eğlendirmek için 35 yaş üzeri yıldızları kapsayan bir “Champions’ Tour” oluşturmuştu. Bu tur 1993 yılında 3 turnuva ile başlamış ve 2001’de 11 ülkede 20 turnuvaya ulaşmıştı. Grand-Slamler hariç, finalleri bile bomboş tribünlere oynanılan nice profesyonel turnuvaya karşın, onların biletleri ilk turdan itibaren yok satıyordu. Adamı “huysuz” diye küstürdüler. “Champions’ Tour” ATP yandaşlığında özel bir yönetim şirketinin kanatları altına girdi. Bugün turnuva sayısı bir elin parmaklarını bile geçmiyor. Connors’ların Borg’ların peydahlandığı sahalarda bugün orta-karar(no-name) azami 3-5 tenisci ile turnuva yapılıyor. Üstelik bunlara bile istenilen bedeller ise el yakıyor. Web-Sitelerine baktığınızda herkes var. Ama babalardan (!) sahaya çıkan yok.

Bir zamanlar tenisin pırlantası olan bir Avustralya ancak yeni yeni çıkarmaya başladığı genç yıldızlarını idare etmekte zorlanıyor. Kyrgios, son yılların en yetenekli genci. “Etik-prensipleri” koruduklarını ileri süren bir takım at-gözlüğü takmış birileri onu güya terbiye edecekler. Önce çocuğu şişirdiler. Şimdi verecek ceza arıyorlar. Sanki papaz okulu idare ediyorlar. Adı üzerinde adam “delikanlı” ! Kanı kaynıyor. Üstelik asi. 30 yılı aşkın bir süredir ulaşamadıkları Davis Kupasına ramak kalmışken adamı kadro dışı bıraktılar. İngiltere’de tek bir oyuncusuyla (Murray) onları yarı-finalde ezdi geçti. Buna da yöneticilik deniyor!

Bizim tenisimiz de, sporumuzun içinde bulunduğu yönetici zâfiyetinden, yeterince payını alıyor. Zamanında saha içinde ve dışında her türlü kabalığı, densizliği yapanlar idareci olarak görev alıp, etiket dersleri vermeye yelteniyorlar ! Hırsları mantıklarını öyle sınırlamış ki gülünç olduklarının farkına varamıyorlar. Kulüpler, çarpık yöntemler uyguladıklarından, esas işlevleri olan oyuncu yetiştireceklerine, onları bile ellerinde tutamazken, 30’unu aşmış raketleri, “Futures” (geleceği olanlar !) turnuvalarında yarı-finale kaldığında bunu “bir başarı öyküsü” olarak yutturmaya çalışıyorlar. Sonra da “senyör-veteran” turnuvalarına servet döküyorlar. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” derdi eskiler. Hadi canım siz de! 

Güzel İzmir

Yıllar sonra ilk kez, bir tenis etkinliğine katkıda bulunmak için, İzmir’e gittim. İki dostum Mansour Bahrami ile dünya 14’cülüğüne kadar çıkmış Younes El Aynaoui’ye bir gösteri maçı oynayacaklardı. Onlara eşlik ettim (Bu arada Ankara’daki vahşetten sonra telefonumu ilk çaldıran Mansour sonraki de Younes oldu. Bununla da yetinmeyip bir de sesli whatsup mesajı kaydetmişler). 

İstanbul gibi bir sırtlan pazarından sonra, ne denli albenili olduğunu hani neredeyse unutmuş olduğum “Güzel İzmir”, insanı dinçleştiriyor. Kentin uçaktan gece görüşü şahane…Bir ecenin boynundaki gerdanlık gibi parıldıyor. İnsanları tebessüm nedir unutmamış. Nezaket içerisinde karşılanıyorsunuz. Eğlenceleri medenice. İnanmayacaksınız ama trafikte birbirlerine yol veriyorlar ! Bir belediye başkanı jean-gömlek giymiş, samimiyetle yaklaşıyor hemşehrilerine. Turnuvada çalışanların büyük bir çoğunluğu her yaştan gönüllü ama işlerini ciddiyetle yapıyor ilk fırsatta kaytarmıyorlar. Sponsor, küçük dağları ben yarattım edalı değil. Zamanında bir bankamız yöneticilerinin isim-sponsoru oldukları bir etkinlikte, dünyanın en büyük meşrubat firmasına set çekmeye çalıştıklarına şahit olmuş ve “nasıl bir yönetici beyni” diye hayıflanmıştık. İzmir’de ise paylaşarak büyüme arzusu hissettik.  

Younes ile fevkalade sempatik Ümit Davala çiftine karşı Mansour ile Behzat Gerçeker’in yaptığı şov izlemeye değerdi. Hislerini pek belli etmeyen Mansur bile eğlendiğini itiraf ederek “keşke benim üzerime biraz daha oynasalardı” dedi !


Böyle bir etkinliğin kentin en güzel ve merkezi yerlerinden Kültürpark’ta (zaten var olan bir tesiste) yapılması varken, epey uzak ve izleyicilerin adeta kaybolduğu dev gibi ve kullanılmamaktan eskimiş bir mekana itilmesini anlamak mümkün değil. Neden böyle bir güzellikten kentin çoğu soyutlanır? Evet eğitim merkeziniz Örnekköy olsun. Ama bu bir eğlencedir…Tüm İzmir’in izlemesi, eğlenmesi, öğrenmesi sağlanmalıdır. Mantığın galebe çalmasını şiddetle arzu ediyorum. Bu husus sadece benim değil,  oyunculardan baş-hakeme kadar herkesin gönlünden geçti.

 Ah Güzel İzmir seni anarken gözüm doluyor…İnan olsun temiz bir nefes gibi geldin bana. Hoşkalın.


* Bu yazı Tenis Dünyası Dergisi'nin 73. sayısında yayımlanmıştır.