2004 yılı sonlarında özerkleşen Türkiye Tenis Federasyonu hemen yeni yaptırımlar yürürlüğe sokmuştu. Senyörlerle ilgili kuruluşun alacağı kararların ancak TTF onayıyla yürürlüğe sokulabilmesi ve bilhassa mali açıdan onun denetimine tabi olması gibi doğru sayılabilecek bazı yeni zorunluklar vardı. Dernek/birlik yönetimi Tenis Federasyonu ve onun başkanı Azmi Kumova ile bir orta yol arayacaklarına yüzüne söyleyemediklerini ardından ifade ederek konuyu tırmandırmayı yeğledi. Ama Azmi'nin onlara pek pabuç bırakmayacak yapıda olduğunu anlayabildiklerinde garip bir karar aldılar. Üyeleri olan senyörlere tenis oynamayı yasaklayıp, turnuvaları boykot ettiler… Bir spor branşının gelişmesi için kurulmuş bir dernek o sporun işlevselliğini engellemekteydi!
 
Akabinde kendilerine turnuva yapabilmek için federe olmayan bir mekân seçerek bu kez Türkiye'de hakikaten bir ilke imza attılar. Sportif yönünden ziyade yeşil çuhadan sosyal sahalarıyla bilinen buradaki turnuva, valilik kararıyla geçersiz ilan edilerek yasaklandı.
 
Çalıştığım kulübün kimi üyeleri de bu boykotun içinde yer alıyordu. Konuyla ilgili sohbet ettiğim bazıları ters istikamete gittiklerini anlayarak doğru sapağı buldular. Bazıları "evet haklısın ama biz boykota katılacağımıza söz verdik" ifadesiyle davranışlarından dönmeyerek erkekliklerini (!) belli etmeye çalıştılar. Diğerleri zaten piyon olmayı kendilerine yakıştırmışlardı. Ama ne oldu biliyor musunuz?  Boykotun fikir babaları hemen önlerindeki TTF seçimlerinde Azmi Kumova'yı desteklediler. Hatta yanlış anımsamıyorsam aralarından biri de onun listesinde yer almakta hiç bir beis görmedi! Ne boykot kaldı, ne dernek… İş doğrusuna vardı. İsteyen istediği turnuvaya girdi. Nifakla beslenmeye kalkanlar tabaklarına öğün gelmesini çok beklediler!
 
Ama "Tarih tekerrürden ibaret olsaydı insanlar ders alırdı" diye bir özdeyiş vardır. Ne denli doğru olduğu son günlerde birbiri ardına örneklerle ibretlik bir şekilde önümüze geliyor. Geçen yazılarımdan birinde (http://www.tenisdunyasi.net/yazar/bekir-emre/kuyuya-kim-su-verdi-126) "...bir insana ve onun yaptıklarına saygı duymanız için illa onu sevmeniz gerekmez, hakikatleri görmeniz yeter… Kıskanmayın gıpta edin" diye yazmıştım.
 
Yıllar sonra bugünlerde, birileri 14 yıldır yapılan ülkenin en kapsamlı senyör turnuvası Hülya Cup'ı boykot etmişler. Neymiş efendim Avşar kızı, Atatürkçülük'ten uzaklaşmış! Sanırsınız ki Atatürkçülük'ün ve/veya Hülya Avşar'ın patenti bunlarda! Ama bu boykotta başarılı da olmuşlar. Normalde 1000 küsur tenisçinin katıldığı etkinlik bu kez 600’lerde kalmış. Peki bundan en büyük zararı kim gördü bilir misiniz? Her yıl onar onar artarak büyüyen, eğitimlerinden evlerindeki yakıta, bayram paketlerine değin destek olunan "vakıf çocukları"!
 
Bir başka zararınız kime dokundu bilir misiniz? Çıkışından bu yana turnuvaya ev sahipliği yapan ve bünyesinde çeşitli branşlarda 600'ün üzerinde genç sporcu barındıran, ayakta kalabilmek için çalmadık kapı bırakmayan, hatasıyla sevabıyla 80 yaşına ulaşmak üzere olan yıllardır önüne gelenin vurmaya çalışıp yıkamadığı, köklerinde sökülüp yerine AVM dikilmeye çalışılan bir çınara… TED Kulübü'ne.
 
Hülya Avşar'ı beğenmeyebilirsiniz. Sevmeyebilir, yapmacık hatta yeteneksiz de bulabilir, görüşlerine ise hiç katılmayabilirsiniz. Ama bu kadının güzelliğini nasıl inkâr edemezseniz, tenise yaptığı katkıyı da o denli yadsıyamazsınız. Her ikisi de gözünüzün önünde. Tabî eğer görmekten kaçınmıyorsanız!
 
Siz yıllarca bir tenis kulübünün başkanlığını yapmış, hatta tenis federasyonu başkanlığına birden fazla kez adaylığını koymuş birisi olarak başkanlığına aday olduğunuz sporu boykot ettirmeyi ve bu doğrultuda yaşamsal destek alan gençleri ve kurumları bu olanaklarından yoksun bırakmayı, izlediğiniz istikameti de doğru kılmak için spora siyaseti aracı etmeyi kendinize yakıştırıyor musunuz? Girdiğiniz bu çıkmaz yolda çantanızı taşıttırdığınız, ya da size sonradan "kim itti beni" dedirtecek kişilerin sizi ilk engelde terkedeceklerini bunca yıllık tecrübeniz size fısıldamıyor mu? Onları tanımamanıza imkan yok. Onlar her devirde var olmaya çalışmış ama olamamışlardır! O nedenle nifakla beslenmeyi daha kolay bulmuşlardır. İngilizler bunlara "colossal underachiever" derler… Cuk oturur.
 

Size iş işten geçtikten sonra çark etmenin de sarsılmış güvene hiç yararlı olmayacağını söyleyecek hiç mi dostunuz yok? Hoş kalın.       

Hamiş: Sporumuzda görüpte görmezlikten gelinen pespayeliklerin sonucunda oluşan rezilce saldırıyla ilgili Fenerbahçe camiasına sağlık ve itidal diliyorum. Sonra da bir lafım da Galatasaray yönetimine... İçinizden biri bu elim olaydan sonra tweet atmış: "Geçmiş olsun. Hayat başka, şike başka" diye. Bir insanın böyle bir faciadan sonra böyle bir mesajı düşünebilmesi bile yaşam yolunda ne denli sorunlu olduğunu gösterir. Bunu aranızda eleştirebilecek kadar bile yüreği olan yok mu? Sonra samimiyetinize kimi inandıracaksınız? Nefret yaşam biçimi olmamalı Hocam.