Hem kadınların hem
erkeklerin 1 numaraları günün ilk maçlarını oynadılar. Her
ikisinin antrenmanlarının bile daha uzun sürdüğünden eminim.
Karolina Pliskova 19 yaşındaki ABD’li rakibini 46 dakikada
yenerken, Rafa Nadal rakibi Dolgopolov’u 62, 64 ve 61’lik
setlerle geçti. Hani tenisin azizliğini bilmesek soracağız “yahu
bunlar bir grand-slam’in dördüncü turunda ne arıyor” diye!
19 yaşındaki Rus
Rublev ise Belçikalı Goffin’i hiç set vermeden yenerken günün
ilk sürprizini yaptı. Fikstürde kalabilen yegane seribaşı
olmayan raket. Bu genç adam sıralamada 53. olarak geldiği New
York’ta önce 7. seribaşı Dimitrov’u ve şimdi de 9. seribaşı
Goffin’i yendi. Hem de set bile vermeden. Servis çizgisinin 2-3
metre ardından, geri oyununun artık sıktığı, ağır bir
mücadele izledik. Evet bu tür oyundan güzel örnekler vermediler
değil. Ama bu tür bir oyun artık rutin olunca zevk aldığınızı
söyleyebilir misiniz ? Rublev 2014 Roland Garros jünyor şampiyonu.
Şimdi idolü olan Nadal ile buradaki en genç yarı-finalist olmak
üzere mücadele edecek. İspanyol Boğasını iyi tanıyor zira
Avrupa turnuvalarında ve bilhassa Monte Carlo’da onun antrenman
partneri.
Emin olun bir dostum
maçtan hemen sonra telefon açarak “erkek tenisi de zevksizlikten
yerlerde sürünen kadın tenisinin peşinden gidiyor. Zevk veren
birkaç raket te gittikten sonra oynanılan tenis izlenmeye
değmeyecek” dedi. Yürekten gelen bu serzeniş haksız mı?
Anlaşılan yakın bir gelecekten itibaren dört ağır abiyi
(Federer, Nadal, Djokovic ve Murray) çok arayacağız. Zira gelen
gençler (next-gen) kazara kendilerini filenin önünde bulduklarında
sudan çıkmış balığı andırıyorlar. İlk akıllarına gelen
geri kaçmak…Topu nereye vuracaklarını kader belirliyor!
Bu konuya epey bir
süre önce “Quo Vadis Tenis – Tenis Nereye” başlıklı
yazımda değinmiş ve (iş yapıyor gözükmek
için saçma sapan kurallarla zaman geçireceklerine)
tenisin yönetimi ile sorumlu ITF, ATP, WTA gibi kuruluşların bu
güzel oyunun gelecekteki albenisine yönelik çalışmalar
yapmalarının yerinde olacağını belirtmiştim. Onlar “zaman
saatleri” ve “koçların sahanın neresinden taktik
verebileceklerini” tartışıyorlardı. Hani Fatih İstanbulu
fethederken kuşatma altındaki Bizans papazları meleklerin
cinsiyetini tartışıyorlarmış ya ! Bu da aynı minval.
Ardından çok zevkli
geçeceğini düşündüğüm Safarova-Vandeweghe maçı vardı.
ABD’li raket oynadıkça üzerine koyuyor. Hırsını kontrol
altına alıp, gücüne biraz da akıl ekleyince vuruşları çok
etkili. Safarova ise pek gününde değildi. 62, 76’lık iki setle
ABD’li lehine 2 saate yakın bir sürede biten bu maçın en ilginç
yanı raketlerin toplam 16 kez fileye gelmiş olmaları. Hani
neredeyse tüm maçta sahanın yarısını hiç kullanmamışlar!
İki bilinmezin maçını
Estonyalı Kanepi kazandı. Rus rakibi Kasatkina’yı (64, 64) iki
sette aşarak yarı-finalist olmak için (kanımca
ev-sahibi olarak alacağı gaz ile Svitolina karşısında kolay
galip gelecek) Keys ile mücadele verecek. Maça geri
dönersek ise oyunun kendisinden ziyade 32 yaşındaki Kanepi’nin
yaşamı ilginç. 2 yıldır hem fiziksel sakatlıklarla hem de
mononükleosis denilen (ve zamanında Federer ile Serena Williams’ı
saf dışı bırakan) sinsi hastalıkla boğuşuyordu. Tenise tekrar
başlayalı çok olmadı. Hastalık ve sakatlık nedeniyle korunmuş
sıralamasıyla elemelere girdi. 36 yıldır elemelerden buralara
gelebilmiş ilk raket.
Thiem-Del Potro maçı
ise üçbuçuk saati aşkın süren 5 set ile tenis tarihindeki
yerini alacaktır. Hem mücadele hem tenis standardı adına üst
düzey bir maçtı. Sabahın 03:30’una kadar bizleri ilk kez hop
oturup kaldıran bir maç izledik. Skoru yazmasam saygısızlık
etmiş olurum (16, 26, 61, 76,64). Dördüncü sette “Tandil’in
Kulesi” ya da “Sempatik Dev” lakaplı Arjantinli önce 2-5’ten
geri geldi. Sonra iki maç-topu çevirerek seti alarak durumu 2-2
yaptı. Beşinci sette ise attığı ikinci maç topunda da noktayı
koydu. Bağırsak enfeksyonu nedeniyle kendisini iyi hissetmediği
için maça bitkin başladığını ancak biraz tedavi ve (2009
şampiyonu olarak) onu unutmayan New York izleyicisinin muhteşem
desteği ile kendine geldiğini ifade etti. Bu iyilik timsali
şampiyon “şansımın yaver gittiğini de itiraf etmem
gerek…Buraya kadar gelip Roger’in ve bu olağanüstü izleyicinin
karşısında olabilmek bir onur benim için” demekten de
geri kalmadı.
Bu maçtan kısa bir
süre sonra da Haşmetmeabları Roger Federer, Alman Philipp Kohlschreiber
önünde üç setlik bir antrenman yaptı (6-4, 6-2, 7-5).
Bugün ne
izleyelim diye sorarsanız pek emin değilim. Fikstür önümde,
oyuncular belleğimde ama bir karar veremiyorum zira bunların
arasında arka çizgi oyunu çok ama çok ağır basıyor. Sempati ile
baktığım Arjantinli Diego Schwartzman’ı İspanyol Pablo Carreno Busta
karşısında izleyebilirim. Ancak fikstürün bu yanındaki
erkeklerin dördünü de bir başka slam turnuvasında yarı final adayı
olmak için izleyebileceğimizi sanmıyorum.
Kadınlar ise tam bir
muamma. Kvitova oynadığı oyunla en çekici geliyor. Venus önünde
favorim. Sevastova-Stephens maçı ise meçhulü merak edenler için
ilginç olabilir. Ama lütfen sonra beni suçlamayın!
Sabahın 04:30’unda
uzun bir tatilden sonra iyi haftalar, çalışmalar dilerim.
Hoş kalın.