Nice lakabı arasında tenis dünyasının "çılgın dahisi" diye de anılan Ion Tiriac, yedi yıldır organize edilen Mutua Madrid Open'ın yegane sahibi. Turnuvanın oynandığı Caja Magica yani "Büyülü Kutu"ya ulaşana kadar akla karayı seçiyorsunuz. Zira Madrid'in trafiği hani neredeyse İstanbul'un ki kadar yoğun. Hele bir de ters saatlere denk gelirseniz gününüzün ve sinirinizin mahvolması işten değil. Allah'tan uçağa binmeden, eşim saklasın diye, sinirlerimi evde bırakmıştım da fazla zorlanmadım.

 

Zapata bıyıklarıyla Triac hep bir öncü olmuştur. Bu turnuvada çizgi hakemleri ve top toplayıcılar model ve mankenler arasından seçilir. Kortun toprağı bir ara mavi idi. Adamın çok üstüne gittiler, alışılmışa döndü. 2003 yılında dünyanın en varsıl 900 insanı arasına girdi. Zamanlarının efsane raketleri olan Vilas ile Becker'in yaratıcısıdır. Ama tüm bunlar ona geçmişini hiç unutturmamıştır. "Komünist bir rejimde (Romanya'da) bana nefes almamı sağlayan bir spora yapmam gereken katkı neyse hepsini misliyle yapacağım. Bu benim insanlık borcum" diyen kendisidir.

 

"Büyülü Kutu" çelik, cam ve ahşap karışımı bir yapı.  Etrafında diğer kortlarla çevrili. Ama turnuva yönetimi belki bir Grand Slam'den daha profesyonel ve disiplinli. Her şey tıkır tıkır işliyor. Otoparktaki bekçiden akreditasyon memuruna kadar hepsi genç, tertemiz ve ütülü giysiler içinde. İnanılmaz nazikler. Hepsi gülümsüyor.

 

Turnuvanın reklamı için en minicik detaylar bile unutulmamış. Ama hepsi belirli bir klas yansıtıyor. Kredi kartıyla yaptığınız alım fişinin üzerinde, yiyeceklerin sarıldığı kağıtlarda bile turnuva logosu var. Bunların hiçbiri göz çıkarmıyor.

 

Anonsları yapan sunucu sanki etlerini koparıyorlarmış gibi canhıraş bir şekilde haykırmıyor. Sahada röpörtaj yapan sunucu hanım son derece şık. Akıcı anlaşılır doğru bir İngilizce ile sorularını soruyor.

 

Maçlara gelirsek bugüne kadar pek kayda değer bir karşılaşma izlemedik. Açıkcası İstanbul Open maçları çok daha zevkli ve çekişmeli geçti. Sürprizler olmadı mı? Hem de en umulmadık şekilde. Ama dediğim gibi bunlar zevk vermedi. Bir kalite eksikliği vardı adeta.

 

Serena Williams önce Vika Azarenka karşısında hafif zorlandı sonra da Petra Kvitova'ya yenildi. Çek tenisçi fiziki tükeniş nedeniyle Doha turnuvasından bu yana bir dinlenme sürecine girmişti. Korta bir çıktı pir çıktı. Bir diğer sürpriz, kadınların 2 numarası Romen Halep'in daha ilk turda veda etmesiydi. Ama kimse yılların Kuznetsova'sının dünya üçüncüsü vatandaşı Sharapova'yı evire çevire yenip eve göndereceğini beklemiyordu. Şimdi organizatörler için hiç hoş olmayan bir final var: Çek Kvitova, Rus Kuznetsova karşısında.

 

Erkeklerde Bulgar Dimitrov, İstanbul'u adeta uçarcasına terk edip geldiği Madrid'de zor maçlar oynadı. Önce Fognini sonra Wawrinka'yı üç setlik skorlarla geçerek Nadal'ın karşısına çıktı. "Toprağın Kralıbir geri dönüş çabası içerisinde. Camiamız mensuplarından bazıları bu çabanın yapmacık olduğunu, altında Paris'te favorilerden biri olarak, göz önünde bulunmamak yattığını iddia ediyorlar. Ama Nadal'ı izlediğinizde hakikaten bu adamın sanki geçmişini aradığını hissediyorsunuz. O bastığı yeri inleten, karşısındakine korku ve endişe salan adam yok kortta. Evet her topa koşuyor, çıkarıyor… Ama çıkarırken sadece bazılarını puan yapabiliyor. Yetiştiği her topu tek vuruşta puana çeviren Nadal yok sahada. Doğal olarak rakiplerine de bir güven geldi. Vurup üstüne gelmek için çekinmiyorlar.

 

Yarın devam edeceğim ama anlaşılan bundan sonraki haftalarda tenis camiasını en meşgul edecek konular, Serena Williams ile Rafael Nadal'ın Paris'te ne yapacağıdır.

 

Şimdilik hoş kalınız.