İlk haftanın bence en iyi maçları bence Goffin-Monfils ve Fognini-Edmund arasındakilerdi. Bunlar sayfa komşum Mert’in belirttiği gibi mücadele yanında kaliteyi mumla aradığımız bir hafta içinde parıldıyanlardı. Üstelik mücadele de dişe diş. Zaten skorlar da bu gerçeği yansıtıyor.

“İtalyan Aygırı” lakaplı Fognini canı istediği zaman (bugünün tenis dünyasında) izlenmesi en zevkli raketlerden biri. Öncelikle fevkalade yetenekli. Ancak tipik bir Akdenizli. Minicik bir şeyden konsantrasyonunu yitiriyor ve oyundan kopabiliyor. Bazen bu olgu daha maça başlamadan gerçekleşirse maçı izlediğinize pişman da olabiliyorsunuz…Zira en ufak bir katkısı bile olmuyor mücadeleye. Göz açıp kapayana kadar sahayı rakiplerine terkedebiliyor. Bu adamı bir Davis Kupası maçında Andy Murray’e karşı Napoli’de izlemiştim. Unutamayacağım bir mücadele olarak hafızamda çakılıp kaldı. Sildi adamı sahadan adeta.

Fognini ve Monfils bu güzel spora estetik katan başlıca raketler arasında. Hiçbir zaman bir robotu ya da androidi andırmıyorlar. İkisi de birer showman. Beğendirirken eğlendiriyorlar da! Üstelik kaybederken de, olay çıkarttıklarında da!

Aynı durum Fransız Monfils için de geçerli. Bu adamın yeteneğini tartışmak bile abes. Dünyanın 8. sıradaki raketinin ilk servisine drop-shot atabilecek başka birini biliyorsunuz hemen söyleyin! Ancak şimdiye kadar ortaya koyabildiği tenisle fiziğinin ne denli yeterli olduğu şüphe yarattı. Goffin karşısında da ilk iki seti paylaşmış ve 3. sette 3-2 gerideyken hava muhalefeti nedeniyle maçın ertelenmesi ona pekala yardımcı oldu. Fırtına gibi 3 seti aldı. Dördüncü sette yine tükenme belirtileri gösterdi. Bu tükenme setin sonuna doğru onun hakemle ve hatta rakibiyle tartışmayı uzatmasına neden oldu. Anlaşılan nefeslenmeye çalışıyordu…Ama Goffin onu tükettiğinin kokusunu almış ve işi bitirmeye gidiyordu. Önce setleri eşitledi. Sonra da 5. seti kolayca alarak noktayı koydu. Şimdi Goffin’in karşısında İtalyan Cecchinato var. Bence onu da geçecek ve çeyrek-finalde Djokovic’in karşısına çıkacak.

Küçük dev adam Schwartzman ise “gelecek-nesil” üyelerinden Coric’i set vermeden geçti. Şimdi karşısında Güney Afrikalı Anderson var. Bence onu da geçecek ve çeyrek te Nadal’ın rakibi olacak. İki yıl önce bazı yorumcularla sohbet ederken “bu çocuk ilk 10’un kapısını çalıyor” dediğimde “ilk 30’a girerse kendini şanslı addet” demişlerdi. Çeyreğe geldiği takdirde değil kapıyı çalmasına gerek bile olmayacak!


Kadınlarda ise Sharapova beklenmedik bir süratle Karolina Pliskova’yı geçti. Benim için sürpriz oldu zira Çekyalı raketin bu turnuvada kürsüyü zorlayabileceğini düşünüyordum. Sharapova yaptıklarıyla pek saygıyla izlediğim bir raket değil. Ancak onun profesyonelliğine şapka çıkartmak gerektiğini de ifade etmeliyim. Şimdi karşısında eski “nemesis”i ve 2004’ten bu yana hiç yenemediği Serena Williams olacak. Bu kadın da tepeden tırnağa saygı hak eden biri. Annelikten sonra daha ilk dişli turnuvasında buralara kadar gelebilmesi azmini ve hırsını kanıtlıyor.

Şimdi önümüze gelecek çeyrek-final maçlarında nelere öncelik verebilirim derseniz erkeklerde Thiem-Nishikori derim. Kadınlarda ise 1 numara için 3 kişi mücadele edebilecek. Halep, Muguruza ve Wozniacki. İlk gün kesinlikle Wozniacki-Kasatkina sonra da Kontaveit-Stephens maçlarını izleyin derim. Diğer maçlar ertesi günlerde oynanacak. Onlara bilahare değiniriz. Şimdilik sizlere neşe dolu sağlıklı bir hafta dilerim.