• Bu yılki İstanbul Open fevkalade bir katılıma sahne oldu. Ülkemizin etrafında estirilen o gamlı havaya rağmen müthiş bir oyuncu yelpazesi oluştu. Bunda birilerinin rolü olduysa ellerine sağlık. Roland Garros’a hazırlık mahiyetinde, Avrupa ana karasında, iki eşdeğer turnuva daha vardı. Hiç birinin oyuncu skalası bu denli iyi değildi.


  • Tenis turnuvalarında teklerde ertesi gün kritik bir maça çıkacakların ya da teklerde elenip bir an önce diğer bir turnuvaya hazırlanmak üzere gitmek isteyenlerin çift maçlarını satması sık görülür. Altuna/Motti çiftinin Sırpları elemesine ilk önce böyle bakmıştım. Ama sonrasında bir tur daha geçtiklerinde şapka çıkardım. Finale kaldıklarında ise şapkayı yedim! Altuna’nın bundan böyle (aynı Sırp Usta Nenad Zimonjic) gibi iyi bir çift oyuncusu olarak kendisini, bilhassa servisini geliştirip lanse etmesinde epey yarar vardır. İyi bir çift oyuncusu olarak tanınırsa her turnuvada hiç umulmadık partnerlere kavuşacak, başıboş mayınlara gereksinim duymayacaktır. Üstelik teklerde girmeyi hayal bile edemediği ana tablolarda, çiftlerde yer bulabilecektir.


  • Bir turnuva düşünün ki Milos Raonic ve Marin Cilic gibi dünya sıralamasında yerleri 6 ve 8 olan iki dev yer alıyor. Bunların arasına bir önceki yılın şampiyonu Diego Schwartzman giriyor. Gelecek nesilin başlıca temsilcilerinden Borna Coric ile Karen Khchanov istim üzerinde patlamaya hazır. Avustralyalıların aykırı evladı, bizim de benimsediğimiz sürekli konuğumuz Bernard Tomic her an bir sürpriz yapabilecek konumda. Ve Sırpların vazgeçemediği yıldızları Viktor Troicki 5 numaralı seribaşı. Tenis hakemliğinin robotlara mahsus olmadığını ve biraz ruh katmanın faydalarını dünya aleme kanıtlayan Mohamed Lahyani de burada. Turnuvanın yönetmeni Thomaz Karlberg ATP’nin Türkiye’ye verdiği önemi kanıtlıyor. İşte bu önünüze getirdiğim tabloda yegane eksiklik izleyici. Turnuva ilk beş gün boş tribünler önünde oynadı. İlk beş gün elli bilet satılmamıştır. Yazık çok yazık. Evet tesis kente epey uzak. Trafik bir felaket. İki gün rekor kırdım. Nişantaşı’ndan 1.5 saat gidiş, 2 saat 15 dakika dönüş. Kimsenin günde dört saatini trafiğe harcama lüksü ve sabrı yoktur. Buna da inanıyorum. Ama nerede bu her turnuvaya koşuşturan, günde iki kıta değiştiren “senyörler” ? Hadi onları da geçtik… Ama civarda da mı hiç sporsever yok yahu? Yeşilköy, Yeşilyurt, Florya, Ataköy, Bakırköy, Güneşli, Bahçeşehir, Esenyurt, Avcılar, Çekmeceler… Bu denli mi teslim olduk pespayelikten başka çok az şey yaşadığımız ayak-topuyla ittir kaktırlara? Evet Grand Slam’ler hariç yurt dışında da turnuvaların ilk günleri tribünler dolmuyor. Bakın dolmuyor diyorum. Bomboş demiyorum! Bu denli umarsızlık buraya emek verenlere günah. Hiç olmazsa final günü sıralar doluya benzedi de zevahiri kurtardık.


  • Tribünlere gelen okulları/talebeleri hiçbir suretle izleyici kriterine sokmuyorum. Onlar ancak ve ancak gelecek için bir yatırımdır. İzlemeye geldikleri etkinlikten en ufak bir haberleri olmayan bu çocukların çıkardıkları gürültüyü ve teniste “crowd-control” denilen topluluk denetiminin hiç olmamasını göz önüne alırsak oyuncuların sabrının taşmaması olgunluklarının bir kanıtıdır.


  • Önümüzdeki yıllar turnuva esnasında bu trafiğe bir çözüm getirilmesi lazım. Evet fevkalade zor olacak biliyorum. Ama yine de umut doluyum bir çare bulunabileceğinden. Yazık böyle bir tesisi oluşturmak için verilen emeklere. Uzay çağının tesisini yapıp onu geri kalmış bir zihniyetin saygısız, onursuz trafiğine biçare ediyorsunuz. Seyircisiz tenisin hiç mi hiç çeşnisi yok. Ne bizler ne de oyuncular için. Sosyal medyada oyuncuların mesajlarına bakın anlarsınız.


  • Yukarıda değindiğim Avustralyalıların aykırı evladı Bernard Tomic bir süre kentimizde antrenman yapmıştı. Vatandaşı Gavin Hopper Koza Wos’un yöneticilerinden. Tomic’in diğer maçlarını bilmesek aynı adam demeyeceğiz. Sokak ağzıyla “arıza” diye nitelendirebileceğimiz genç adam adeta bilgeliğe ermiş, olgunlaşmış. Maçına oyununa konsantre olup etrafla hiçbir ilgisi yok. Mizah duygusu epey gelişmiş bu genç umarız çabalarının karşılığını alarak kendisinden beklenen patlamayı gerçekleştirir. O yeteneği olduğu şüphesiz. İş kafada bitiyor.


  • Televizyon yayınını gerçekleştiren arkadaşlara da bazı önerilerim olacak: 

    - Yabancı yayınları bilhassa kameraman ve resim seçiciler iyi izlemeli. Örnek: Servis akabinde kamera derhal hız ölçere kayar. Hele Raonic gibileri varsa servislerin hızı merak unsurudur. Bunu göremedik. Ancak ki anlatanlar bazen sahadan bakıp söyleyebildiler. 

    - Keza henüz bitmiş bir puanın mükemmelliğinden bahsedilirken kamera izleyiciler arasında mı dolaşır yoksa o puanın oyunu mu ekrana aksettirilir? 

    Ekranda skorlar anında beliriyor. Ardından kule hakeminin anonsu işitiliyor. İzleyicinin zaten görüp işitip algılayabildiklerini, anlatıcının sürekli tekrar etmesine hiç gerek yok. Bağırıp çağırmadan, kulak tırmalamadan, taraftar olmadan, az ve özle yetinip izleyicinin maçtan zevk duymasını sağlamak daha iyi değil midir?


  • Bir ödül töreni yapmak bu denli zor mudur? ATP oyuncu temsilcisinin, diğer maçların hakemlerinin tören kürsüsünde yer aldığı herhalde ilk kez görülmektedir. Bu ülkenin tenis federasyonunda ya da sponsorların yönetimlerinde hiç bir hanımefendi yok mudur? O podyum salt erkeklere mi mahsustur? Elin adamı Avustralya Açık yapıyor. Ana sponsor KIA. Ortada bir tek CEO var. Bizde ikişer metre boylu şampiyon ile finalist o cüsseleriyle podyumda kalabalıktan kayboldu!


    Hoş ama çok hoş kalın.