Ömrü boyu yaşadığı evrene gülerek düşünmesini benimsetmeye çalışan bir insanı, Aydın Boysan’ı efsaneliğe uğurlarken “güle güle” demekten daha uygun bir hitap düşünemedim. 

Yılar önce bir televizyon kanalında yaptığım turizm programlarından birkaç tanesine konuğum olmuştu. Kültür Turizminden söz açılınca Prag yolcularına oraya gitmeden Kafka’yı okumalarını öğütlüyordu. “Yoksa çok ararsınız o güzelim kentin gizemini” demişti.

Bir başka programda Trans-Sibirya Ekspresinin çoğu yerleşim bölgesinde durmasının yararlarını anlatıyordu : “Votkamızı her durakta inip, kara saplıyorduk…Anında buz gibi oluyordu!”

Bir Ramazan’da kanalın iftar programına Sultanahmet Meydanına davet edilmişti. Yayına girildiğinde kıymeti kendinden menkul bir sunucu dersini iyi çalışmamış olacak ki onu o soğukta bekletip diğer konuğu olan sanatçıyla boş bir muhabbete dalınca zaman tükendi. Program sona yaklaşırken de zevahiri kurtarmak için mimarlığını ve yazarlığını bir kenara bırakıp “Ee Aydın Bey, siz aşçılığınızla bilinirsiniz bari bize bir cacık anlatın” diye çiğ bir yaklaşımda bulundu.

Aydın Bey lapa lapa yağan karın altında kulaklarını da örten kalpağı kafasında, tüm babacanlığı ile cacığın yapılışının esasen bilindiği kadar basit olmadığını belirtti. Onun üzerine muhatabı “Yahu Aydın Bey yapmayın allasen, yoğurda suyu ve hıyarı katar çalkalarsınız olur size cacık” demek gafletinde bulundu.

İşte orada Aydın Beyin (kendi çok sevdiği deyişiyle) hergele yanı ortaya çıktı. “O sizin söylediğinize hıyar çorbası derler”!

Aziz Aydın Ağabey, sizi tanımış olmak bana inanılmaz bir onur veriyor. Belki de yaşantımda yapmış olduğum en doğru işlerden biri her bir kitabınızı size imzalatmak olmuştur. Her birinde yüzümde bıkmak bilmeyen bir tebessüm ve tatmin duygusuyla okuyor, okuyorum. Her okuyuşumda başka bir zevk alıyorum. Sizi çok arıyacağız. Nurlar içinde yatın ve her nereye gittiyseniz orada da öğretirken neşelendirin. Ellerinizden öperim… Güle güle Aydın Ağabey.