“Çocuklarımın tenisçi olmalarını istemem!” Bu sözlerin sahibi (2010) dünya sıralamasında 31.’liğe kadar çıkmış ve yakın geçmişte bir kulübümüzü Türkiye Takımlar Şampiyonası’nda temsil etmiş Ukraynalı Sergiy Stakhovsky’ye ait. Tenis camiası kaypaktır. Orada güvenebileceğiniz birini bulmak samanlıkta iğne aramaya benzer. Kimse kimseye arka çıkmaz. Hele hele kortlarda tek kelimeyle yalnızlığa mahkûmsunuzdur. Dolayısıyla sözünün eri birini bulduğunuzda yaşam kılavuzu gibi yapışırsınız. Sergiy de bunlardan biridir. Elinden kitap eksik olmaz. Sözünü de hiç sakınmaz. Uzun süredir ATP Oyuncu Konseyi üyesidir. Birazdan değineceğim Fransız Gilles Simon gibi.

Bugün 30 yaşında olan Ukraynalının profesyonel olduğu 2003 yılından bu yana ödül parasından kazancı 4 milyon doların üzerinde. Ancak bu yekûn, dizinin sadece pembe yanı! Trajik ya da kara-mizah yanı ekrana pek yansımaz. Sadece bir yılın içinde 180 bin dolara yakın bir para maçlarla ilgili masraflara gitmiş. Bunun 90 bin doları sadece uçak biletleri. Gerisi ise kondisyoner, koç, fizyoterapist ve bilumum masraflar için harcanmış.

“…Federer, Nadal, Djokovic ve Murray, tamamıyla bambaşka bir dünyadır. Onların kazançları ile diğerlerini mukayese bile edemezsiniz. Onların karşısında bizler varlığımızı bile sorgulayabiliriz! Çoğu oyuncunun kazancı komiktir. Ukrayna’da yüzüncü futbolcu bile benden daha fazla kazanıyordur.” Sergiy bunları söylediğinde 70. sırada idi. Uzun süredir bir başarısı olmayıp antrenöründen yeni ayrılmıştı.  

UÇUK MASRAFLAR
Gilles Simon ise dünya sıralamasında altıncılığı görmesine ve bugün 18. sırada olmakla birlikte daha da gerçekçi. Nalıncı keseri gibi sadece kendine de yontmuyor: “Tenise başladığımda ilk 100 raketin yaşantılarını ve kazançlarını düşünüyor ve bu pastadaki payın, tenise olan ilgi arttıkça, 200 hatta 250’lere varacağını sanıyordum. Rüya görmüşüm. Şimdilerde ilk yüzdeki oyuncular bile geleceklerine pek umutla bakamıyorlar.”

Yılın 30-35 haftasında sürekli bir turnuvadan diğerine uçacaksınız. Ekonomi sınıfta (tenisçiler cüsseleriyle çoğu havayolunun iki koltuğuna bile sığamazlar!) seyahat etmek kaydıyla kıtalararası uçak biletleri asgari 1.500 dolar civarındadır. Onlar normal yolcular gibi bilet kampanyalarından yararlanamaz. Ucuz bilet söz konusu değildir. Hangi turnuvada ne zaman eleneceklerini önceden kestirip dönüş tarihlerini saptayamadıklarından kesin rezervasyon yaptıramazlar. Bu tür zorunluklara ilaveten vereceğiniz verginin de kazancınızın ortalama %30-35’ini kapsayacağını göz önüne aldığınızda karamsarlığa kapılmamanız zor olabilir. Neden mi? Buyurun okuyun… Yazımın akışı içerisinde sizlere çok basit bir döküm yansıtacağım.

Ağır abilerle biraz olsun mücadele edebilmek için koçunuzun, fitness antrenörünüzün, fizyoterapistinizin hatta psikoloğunuzun olması gereklidir. Bu da yılda ortalama 400.000 doları seyahat, zaruri masraflar ve konaklama için harcamanız demektir. İşin acı yanı bu harcamayı yapsanız da başarının geleceği kesin değildir. Kötü oynadığınız vakit masraf kalemleriniz azalmıyor ne yazık ki! Üstelik 60 ila 100. sıradaki oyuncular bile bu rakamları karşılayabilecek başarılara ulaşamıyorlar.  

Tenise yakın olmayan çoğu insan bilhassa (topluca) Grand Slam diye adlandırdığımız dört büyük turnuvada (Avustralya, Roland Garros, Wimbledon ve ABD Açık) kazanılan paralara hasetle olmasa bile, gıptayla bakmaktadır. Şakayla karışık final sonrası gösterilen dev boyutta banka-çekleri biraz da “reklam programlarıdır” ! Zira kaç kişi girebiliyor ki bu turnuvalara. Taş çatlasa 128. Turnuvaların ana-tablolarına girebilmek için tüm yıl boyu harcanan emeklere ve paralara çoğu sporsever hatta tenissever yabancıdır. “Amma para kazanıyorlar” söylemini az işitmedim. Ama işin içyüzü size aynen yansıttığım gibidir.
    
ÖDÜL ERİYİP GİDİYOR
İşte bu gibi nedenlerle oyuncular tek bir maçla, ilk turda elendiklerinde bile para-ödülü almaktadırlar. Wimbledon’da ilk tur mağlubu tam 29.000 sterlin yani 43.000 dolar kazanmaktadır (130.000 TL). Bu rakamın yüksek tutulmasının nedeni de yıl boyu bir yerlere gelebilmek için çalışırken büyük harcamalar yapmaya zorunlu olan sporculara destek olmaktır. 
Şimdi gelin ufak bir hesap yapalım. Diyelim ki Wimbledon ilk turundan 43.000 dolar ödül kazandınız. %35 hemen vergiye gidecek. Kaldı 28.000. En az iki hafta tutacağınız koçunuz, kondisyoneriniz ve fizyoterapistinizin (psikolog yok) maaşı tutacak ortalama 8.000 dolar. Kaldı 20.000. Londra’da asgari 10-15 günlük otel + yemek + zaruri masraflar 5.000 dolar. Kaldı 15.500. Avrupa’dan İngiltere’ye üç kişilik uçuşlar ortalama 1.500 dolar… Başka kıtadan geliyorsanız yaklaşık 5.000 dolar. Neticede size kalacak olan, en basit, en alçakgönüllü hesapla 10.000 dolardır. Olmadık masraflar da ortaya koyulmadan.

Wimbledon’a nazaran çok düşük bütçeli bir turnuva olan ve İstanbul’da yeni biten “ATP 250” erkekler turnuvasının ilk tur ödülü 4.305 avro = 4.860 dolar. Şimdi alınan ödüle nazaran masrafların ne denli yüksek olduğunu görüyorsunuz değil mi? 

Otel konaklamaları genellikle turnuva idaresince bazı kısıtlamalar doğrultusunda karşılanır. O da ana tablo oyuncusuysanız. İlk tur maçınızın bir gün öncesinden elendiğinizin ertesi gününe kadar. Peki hiç mi antrenman yapmayacaksınız? Kortlara, izleyiciye, iklime, yemeklere hatta sosyal yaşantıya alışmaya hiç mi çalışmayacaksınız? Okurken size epey basit gibi gelebilecek etkenleri alt edebilmek esasen o kadar zordur ki. Şimdi masraflardan kaçınmanın yolları yok mu diyeceksiniz. Vardır elbet. Ama ben burada şeytanın avukatlığını yapmaya çalışmıyor sadece işin içyüzünü sizlere yansıtmaya çalışıyorum. Yoksa isterseniz gidin çoğu ağır-abi gibi bir vergi cennetine yerleşin!

EBEVEYNLERİN DİKKATİNE!
Tenis oldukça pahalı bir spordur. Giysi, ayakkabı, raket, top, kort, antrenör, sparring-partner, vs. Bu masrafları bugünün dünyasında değil orta, orta/üst-sınıf geliriniz bile olsa karşılayıp çocuğunuza gelişmiş bir tenis eğitimi vermeniz olası değil imkansızdır. Bu nedenle bağlantınız olan kulüple, tenis merkeziyle veya federasyonunuzla ilişkilerinizi sıcak tutunuz. Çocuğunuzu ticari bir metaya çevirmeye çalışmak yerine onun iyiliğini düşünerek hareket ederseniz hem sevimsiz olmaz, hem de yukarıda saydığım kurumlardan hatırı sayılır bir destek elde edebilirsiniz. 
Ayrıca bu kurumların çocuğunuzdan (en azından şimdilik) ticari bir meta olarak yararlanmak gibi bir hedefi yoktur. Başarısının gururu onlara yetecektir. Nice aile ve bilhassa babalara şahit oldum ki, bu yanlışa düştüklerinden çocukları 25’ini aşmış, hala “Futures” oynarken, kendileri de tellerin arkasında kompleksleriyle boğuşmaktadırlar! 

Tenisi beyaz camdan izlerken bazen anlatılan istatistiklerden bunalıyorsunuz. Sunucu bu spora yakın değilse, doğal olarak çareyi internetten sağladığı rakamlarda buluyor. Yakında “korta çıkarken beş kez öksüren” tenisçi haberini duyarsanız sakın şaşırmayın! Ben de burada sizi rakamsal olarak yorduysam lütfen bağışlayınız. Amacım hiçbir zaman sizleri sıkmak değil, aksine bu güzel sporun gerçeklerini ortaya koyarak, bir hayal yolunda ailenizin parçalanmasını önlemektir.
Yoksa size şunu da yansıtabilirdim: Profesyonel turnuvalarda oynanılan puanların erkeklerde %70’i, kadınlarda ise %66’sı sadece 4 (dört) vuruşta bitmektedir! 

İyi yazlar… Hoş kalınız. 

* Bu yazı Tenis Dünyası dergisinin 77. sayısında yayınlanmıştır.