Ekim ayının sonlarında hala Büyükada’da yazlıktaydık. Sabahın ilk ışıkları altında bahçemiz bir cennettir. Uyanmakta olan tabiat misk kokuları salgılarken kargalarla martıların bitmeyen senfonileri bile insana bir başka dinginlik verir. Her zamanki gibi önce evin reisi dört ayaklı sadık dostumun, sonra da ev ahalisinin kahvaltısını hazırlarken üzerimde gariplik hissettim. Alt nahiyemden yukarı doğru sanki bir soğuk hava dalgası üfürüyor ve titretiyordu. Adeta kendi başıma depreme tutulmuştum !

Kahvaltıda bu kez üstümden ter boşandı. Ardından önceki ürperti tekrarladı. Sakince sırt çantamı hazırladım. Kimseyi uyandırmadan kente indiğime dair not bırakıp deniz-taksiyle Bostancı’ya sonra da hastahaneye gittim. Covid testimi yaptırıp kendimi kışlığa attım.

Eve geldiğimden dört saat sonra Covid testimin sonucu çıktı. Dostlarımdan bir hergelenin tasviriyle “yaşamımda ilk kez pozitiftim"! İki saat sonra bir delikanlı ilaçlarımı getirdi.

İşte benim Covid maceram böyle başladı.

Bir spor sahasına adım attığımda 5 yaşımda bile değilmişim. O gündür o sahalardan ayrılmadım. Bunu neden mi yazıyorum? Çünkü bu hastalıktan kendimi soyutlayabilmem için gereken fiziksel direnci ve yaşam hırsını bana bahşeden başlıca etken spordan hiçbir zaman kendimi soyutlamamış olmamdır.

İlaçlı günleri koşu bandında 3-5km koşarak ve tai-chi yaparak geçirdim. Ateşim birkaç kez 38’in üzerine çıktı. Aldırmadım. Patlak apandisitle futbol oynayıp, ameliyatta ise ciğeri çöken ve alındığı yoğun bakımda da iki kez hayatından ümidi kesilen ve hemen ardından da beyin kanaması geçiren beni, bir virüs parçası öldürürse bir kez de kahrımdan giderim diyordum… Hadi oradan sen de bit kadar şey! Gerçekten güle oynaya bitti karantina süreci.

Ama piyesin sadece ara vermiş olduğunu anlamam uzun sürmedi. Beni karşı karşıya öldüremeyen bu it virüs hazır zayıf düşmüşken arkadan (!) saldırdı. Bağırsak faunamı perişan etti. Hastalık sonrası sendromlar birbiri ardına patlamaya başladı üzerimde.

Tam bir Alman disipliniyle yetiştirilmiş, titizlik numunesi olan ben doktora, tahlile, pazara giderken cüzdansız sokağa çıkıyordum. Kırk yıllık esnafıma rezil oldum.

Cumhuriyet Gazetesinin “Pazar” bulmacasını ezelden beri çözerim. Hani unuttuğum “Hitit Ecesi Puduhepa’nın ayak parmağına taktığı yüzüğe verilen isim” olsa canım yanmaz. Benim eşime naçizane sorduğum “endişenin eşanlamlısı” olup “kaygı” yanıtı alıyordum! Kendimle satranç oynarken sırayı şaşırıp ardından oyun niye erken bitti diye endişeleniyordum.

Tabağımı yıkayıp çorba kasesini pis bırakıyordum. Elektrikli süpürgeyi çalışmadığı için sökerek onarmaya çalışıyordum. Halbuki prize takmamışım! Acaba bunadım mı diye korktum. Bulmaca eki veren ne kadar gazete varsa alıp çözmeye başladım. Sevdiğim kitapları baştan okudum. Hafıza tazeliyordum güya! Hızlı okumasını bilirim… Nice sevdiğime tekrar kavuştum.

10 gün sonra bir sabah omuzlarımdan yukarı kafamın içine kadar adeta bir arı kovanı barındırıyordum. Doktora gittiğimde 35 yıldır bana yoldaşlık yapıp nadiren rahatsızlık veren boyun-fıtığımın azdığı anlaşıldı. “Ulan ben senin canına okurum” dedim ve jimnastiğimi artırdım. Pilates topu üzerinde neredeyse amuda kalkacaktım. Öyle sinsi ve akıllı ki bu meret, baktı ki kaybedecek anında bıraktı fıtığımı, tekrar bağırsak yapıma saldırdı. Haydi bir kez daha gastrointestinal uzmanına.

Bu arada tabi evde başka şeyler de oluyordu. Ne de olsa hayat sadece benden ibaret değil. Sahibinden usanan koşu bandı bakım istedi. Halteri kaldırıp indirmekten alttaki komşunun avizesi yerinden çıkarak düştü dağıldı! Haa bir de bu adi virüs “yahu ben niye sadece bu herifle uğraşıyorum” deyip evdeki diğer canlıya saldırdı. Eşim de Covid oldu. Odaları ayırdık. Evin içinde birbirimize “komşu” diye hitap etmeye başladık.

68 yıldır çikolata bağımlısıyım. Neredeyse her gün bir takoz bitter yerim. Ne şekerle ne diabetle en ufak bir alakam olmadı. Bir hafta önce sabahın dördünde yumurtalıklarımdan yukarı bir kasılma, baş sancısı ile uyandım. Bir gün önce tenis oynamıştım. Kasıklarım tutuldu sandım… Üstüne 4-5km koştum. Meğer “hipoglisemi”ye yakalanmışım. Nasıl olur diye sordum doktora, ”Covid’in yan etkisi” dedi. “Hoca sen ne diyorsun ben neler atlattım bunu da geçiririz” dedim ama 10 gündür ot yemekten eşimle sohbet ederken arada bir “meee” ya da “mööö” gibi heceler çıkıyor ağzımdan.

Şimdilerde ne mi yapıyorum ? Bir yandan ot yerken, diğer yandan antibiyotik alıyorum. Zira bu kez de hem idrar yollarından hem de bağırsaklarımdan enfeksiyona kapıldım. Turnuvalardaki umursamaz (hatta beyinsiz) oyuncuları görünce depreştim herhalde!

Kaldı bir yüreğimiz. Tanrı korusun o pek kaşarlanmıştır… Kendi başının çaresine bakar diye düşünüyorum desem de siz inanmayın. 4-5 kez de kardiyologa gözükmeden edemedim!
Siz siz olun bu yaşamdan sakın ola ki bıkmayın. Asla ama asla vazgeçmeyin… Yaşam o kadar güzel ki bilemezsiniz. Eşi yok! Kendinizle dalganızı geçin… En güzeli o. Kimse alınmaz!

Hoş ve esen kalın eyy tenisçiler !

Bu yazı Tenis Dünyası dergisinin 105. sayısında yayımlanmıştır.