Geçtiğimiz günlerde Galatasaray’ın bazı yöneticileriyle yemekteydik. Barcelona maçıyla ilgili düşüncemi sorduklarında “İstanbul’daki maçtan korkarım” demiştim.

Sayın Başkan, seçimi kazandığınız gün sevinmiştim. Kafatasçı olmadığım için genç, aydın, enerjik, camiayı koklamış, yaşamını kurtarmış ve tüm zamanını kulübe verebilecek birisini başkanlık koltuğunda görmek hoşuma gitmiş, mantığım almıştı. Ama gel gelelim yaşanan ve gelişen olaylar silsilesine bakıp yönetimsel kararlarınızı, söylemlerinizi değerlendirdiğimizde basiret ve sağgörüyü yukarıdakilere ekleyemiyoruz. Hele ki yönetimsel seçiminize not verilebilecek olsa büyük olasılıkla sınıfta kalırsınız… Zira yakında çevrenizde sanki kimse kalmayacak gibi gözüküyor!

İçlerinde uluslararası alandaki en başarılı mensuplarını da barındıran hakemlerle ilgili alınan kararlar hakkında “doğru olabilir ama zamanlamasından şüpheliyiz” mealinde bir yaklaşımınız oldu. Peki sizin bizzat gerçekleştirdiğiniz Fatih Terim operasyonunun zamanlaması doğru muydu? Dere geçerken süvari değişir mi… Hele ki bu bir de Terim olursa!

Torrent seçiminizi zamana bırakalım… Galatasaray’a sebatkârlık yakışır diyorum ama ilk yaklaşımlarını çok şüpheyle karşıladığımı itiraf etmeliyim. Barcelona’da dökülen bir rakip karşısında 90 dakikada iki akın yapabilen bir Galatasaray vardı. Gomis gol attı sayılmadı, Halil tüm savunmayı hallaç pamuğu gibi attı ama golün ucundan döndü. Kafası kesik tavuk gibi saldıran bir rakip karşısında topu sadece ileriye (atan değil) fırlatabilen bir Galatasaray vardı. Bu ülkeye bir UEFA ve bir de Süper Kupa getirmiş Galatasaray. Ve tüm maçı kendi yarım sahasında kabul edebilen bu takımının bu acizliğine “başarı” demeyi becerebilen bir Teknik Direktörü, bir Başkanı ve onun kurul üyeleri var.

Kimse anlaşılan Galatasaraylılık ne demek öğrenmemiş, koklamamış. Ben size anımsatayım: Galatasaraylılık önce çağdaşlık, doğruluk-dürüstlük ve rakiplerinden başlayarak çevreye ve kendine saygı göstermektir. Öğretir Galatasaraylı. Kavgacı nifakçı değildir Galatasaraylı. Özrü kabahatinden büyük değildir Galatasaraylı yöneticinin. Kusurunu örtmek için sebep aramaz. Bilmediğini sorar, fikir alır. Paylaşımcıdır Galatasaraylı. Vefalıdır Galatasaraylı… Üç yıl birlikteyiz diye çağdaş adımlar attığı adamı yarı-yolda bırakmaz… Sebatkar ve sabırlıdır. Dalkavukluk sevmez. Çevresindeki kıymeti kendinden menkullerin gazıyla hareket etmez Galatasaraylı yönetici. Sabah kalktığında akşamki kararının tersini vermez Galatasaraylı yönetici. Geliyorum diye avazı çıktığı kadar bağıran krizlere karşı dövüneceğine önceden planı vardır, yağmura karşı önlem alır… Hiç olmazsa (!) bir şemsiye edinir.

Erteleme ne demek Sayın Başkan. Bu nerede görülmüştür? Verdiğiniz örneklere emin olun ilkokul talebeleri bile gülüyor. Batı Liglerinde adamlar (Avrupa maçları haricinde) 3 değişik kupa oynuyorlar. Türkiye Kupasından elenmiş Galatasaray (Avrupa tatilde olduğundan) bir tek şaibelerle dolu ligimizi oynuyor. Eğer bunu da kaldıramıyorsa sorunu oyuncuda, kondisyonerde, teknik-direktörde, antrenörde, futboldan sorumlu yönetim kurulu üyenizde hatta en başta kendinizde arayın. Erteleme istemek ne demek sayın başkan. Okuldayken tembellik ettiğinizde hocadan erteleme mi istiyordunuz? Binbir pozla ortalarda gezinen yöneticiler basiretsizliklerinden kocaman holdingleri batırdıklarında devletten erteleme mi istiyor?

Ne olur rakiplerinize bulaşmayın. Hele ki Süleyman Seba’nın öğretilerine (doğru) bir dönüş yapmakta olan Beşiktaş’a bulaşmayın. Bu yoldaki bir camiaya “Jimnastik Kulübü” başlıklı yazılarla küçümseyici mesajlar iletmeyin ve ilettirmeyin… Her ağzı olanı konuşturmayın. Böyle davranışlarda rakipleriniz büyür, sizler küçülür, giderden süzülür ana-artere karışırsınız. Esameniz bile okunmaz artık. Çapı şüpheli beyinlerden çıkar bu tür yaklaşımlar ancak.

Kendinize örnek alacağınız mevkidaşınızı , başarısızlıklarını örtebilmek için çevreye sürekli kavga tohumları ekenler arasında seçmeyin. Avrupa yakasında örnek alabileceğiniz fazlasıyla çok seçeneğiniz vardır… Emin olun.

Saygılarımla…