Spor dünyası ve bilhassa tenis, istatistiklere boğulmuş ve rakamlara çok önem veren bir camiadır. Medyada çok duyulan "skor yazarı" yakıştırması biraz da bundan kaynaklanmıştır. Çoğumuzun elinin altında olan bu umman bilgi kaynağı "internet", spora yabancı nice kişileri "yorumcu" yapmıştır! Bu nedenle işin özü "es" geçilip, sporun bir oyun-eğlence olduğu unutuluyor. Bu gibiler, bilgilerini dayandıracak bir birikimleri olmadığı için haykırarak, ona buna tatsız yakıştırmalarla çıkışarak prim yaptıklarını sanırlar. Günümüzün körelen toplumunun en bayağı örneğidirler. Ancak bir sabun köpüğü gibi silinip atmosfere karışacakları aşikardır. Lütfen yanlış anlamayın… Salt kendi toplumumuzu kastetmiyorum. Tüm dünya böyle bir girdapta. Bizlerse, her daim yaptığımız gibi, sadece nasibimizi almakla kalmıyor işi daha da pespaye bir hale getiriyoruz. 
 
Tenis camiası da "balık hafızalı" olmaktan nasibini almaktadır. Avustralya Açık'ın başlama aşamasında yapılan tahminlere bakınca insan acı acı gülümsemekten kendini alamıyor. Spekülasyonlar peşi sıra geliyor. Ama üzerinden 24 saat geçmeden sallayanlarla, gerçekleri ortaya koyanlar belirginleşiyor. Adı en ufak bir şekilde anılmayan (ve sakatlığına kadar Serena Williams hanedanına son verecek yegâne raket olarak gösterilen) Victoria Azarenka şimdilerde aynı Williams'ın başlıca rakibi denilen güzel Danimarkalı Caroline Wozniacki'yi bir küsur saatte (64, 62) turistliğe gönderdi. Azarenka adını sanki "bir mıh gibi" çok bilmişlerin akıllarına çakıyordu!
 
Erkeklerde ise dünya üzerinde çok az sporcu "Toprağın Kralı" Nadal kadar sisli varsayımlarla yüzleşmemiştir. Ama kendisine yakıştırılan dopingçilikten hastalık hastalığına (hipokondriyasiz), tiklerinden kaygı bozukluğuna (anksiyete) kadar türlü çirkinliğe hep sahada yanıt verdi. Burada da öyle oluyor. Evet o eskisi gibi değil. 2014'ün çoğunu sağlığı ile boğuşarak geçirdi. Ameliyatlar oldu. Avustralya'da kurtların dünyasına dönmeye çalışırken oynadığı oyunla rakiplerini eskisi gibi korkutmuyor (şimdilik). Korkutmadığı için de rakipleri maç ilerledikçe özgüven kazanıyor. Ama hiç aklımızdan çıkarmayalım ki, Nadal ve kadınlarda Sharapova kadar maçı son anına kadar bırakmayan, en kötü günlerinde bile mücadeleyi son noktasından çevirebilecek ikinci birer raket yok. Onlar istemeden maçlar bitmiyor.
 
Tenisin her köşesinde, yediden yetmişe kadar hep sabır ve süreklilik önemli derim. İşte bu gerçekler Nadal'ın Amerikalı Smyczek ile oynadığı maçta bir kez daha yansıdı korta.
 
ABD'li genç doğal olarak tecrübesiz. Tecrübesizliği kararsızlığa kapı açtı. Son sette durum 5-5 iken eline gelen topu puana dönüştürmekte duraksadı ve maçı altın tepside rakibine teslim etti. Ama yine de dua etsin ki karşısında maç süresince de rahatsızlanan bir Nadal vardı. Zira Djokovic ya da Federer gibi diğer ağır-abiler, geçtiğimiz yıllara nazaran hızı arttırılmış bu zeminde, onu oyuna hiç sokmazlar, defterini hemencecik dürerlerdi. İspanyol raket elleriyle de sorun yaşadı. Raketinin sapı normalden ince olduğu için daha sıkı tutmak zorunda kalıyor ve bu da fazla sıcakta terle karışıp rahatsızlığa neden oluyordu.  
 
Ben maç anlatmaktan hoşlanmıyorum… Meraklısı olanın elinin altında zaten televizyon ve internet var. İşin felsefesi beni daha cezbediyor. Aynı şekilde beş setlik maçları da yeğlemiyorum. Sahadaki mücadelenin güzelliği maç uzadıkça gölgeleniyor… Sonuç fiziğe dayanıyor.
 
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi raketi olarak kabul edilen Federer için yazılanlar ise adeta "timsah gözyaşlarını" andırıyor. 3-4 yıldır aynı terane sürüyor. "Gönlüm onunla beraber ama…!"
 
Roger Federer şu anda dünya 2 numarası. Birinciliğin başlıca adaylarından biri. Takvim itibarıyla 33. yılının içerisinde. Şükran Kurdakul'un fevkalade bir saptaması vardır… "Bazıları yaşlanır, bazıları ise sadece yaş alır!" İşte Federer bunun en güzel örneği.
 
Gösteri maçı için yapacağı antrenmana bile azami ciddiyetle çıkacak kadar işine saygı duyuyor. Ona tutkuyla bağlı. Tenisin hatta "Evrensel Sporun", "Birleşmiş Milletler"in en seçkin elçilerinden. İnsandır, tabiatıyla eleştirilecek, kıskanılacaktır. Ancak bunun bıyık altından sinsice değil de samimiyetle, saygıyla ve gıpta duyularak yapılmasının daha doğru olduğuna inanıyorum. Hoşkalın.