Dünya ekonomisine yön veren ülkelerin finansal politikaları 80’li yılların sonundan itibaren farklı bir yöne doğru evrilmeye başladı ve ekonomide "Kar maksimizasyonu “ ülkelerin ana stratejisi oldu. 2000’li yıllarla beraber gelişen digital iletişim araçlarını arkasına alarak daha da güçlenen bu finansal yapıdan spor dünyası da etkilendi ve “sporseverin“ yerini hızla “müşteri “ kavramı aldı. Özellikle popüler ve çok izlenen sporlarda artık her şey daha fazla para kazanmak ve kar elde etmek için yapılmaya başlandı. İşte bu noktada dengeler, altta kalan ve daha az popüler olanlar adına negatif anlamda ciddi şekilde bozuldu. Tenis sporu da bu durumdan fazlasıyla etkilendi ve 2020 yılına geldiğimizde “gelir adaletsizliği “ sıralamasında tüm sporlar içinde tenis en ön sıralarda yer alıyor. 

GENÇ OYUNCULAR VE FİNANSAL PROBLEMLER
Her şeyden önce tenis zaten yapısı gereği ekonomi ve finans ile çok bağlantılı bir spor, bunun birkaç sebebi var. Küçük yaştan itibaren bir tenisçinin özellikle daha iyi yetişebilmesi ve eğitim görebilmesi için belirli bir bütçeye ihtiyaç duyuluyor dolayısıyla sporcunun ailesi veya bir sponsor tarafından finansal olarak desteklenmesi gerekiyor. Daha sonra 17-18 yaşına gelip profesyonel olduktan sonra da tenisçinin diğer sporlarda olduğu gibi transfer, yıllık ücret, sözleşme yapma ve sabit bir gelire ulaşma şansı bulunmuyor. Çünkü teniste sistem tamamen turnuva ödülleri üzerine dizayn edilmiş durumda. Sıralamada yukarılarda olduğunuz ve turnuva gelirlerinizi arttırdığınız ölçüde ekonomik olarak rahatlama şansınız var. Eğer bunu başaramazsanız gelecek yılların önünüzde bir belirsizlik yumağı halinde durduğunu görüyorsunuz. 

Yıllık sezon takvimi ise bir başka sorun olarak karşımıza çıkıyor. Tenis takvimi yılın 11 ayında, neredeyse her hafta dünyanın başka ülkesinde düzenlenen farklı çaplarda turnuvalardan oluşuyor. Bu da her hafta seyahat ve konaklama masrafı anlamına geliyor. İlk 100 sırada olan oyuncular için çok fazla problem yok ama örneğin sıralamada 190.sırada bir oyuncu için bütün bu masraflar çok zorlayıcı olabiliyor. Bugün standart, ilk 130 sıra dışında kalan alt sıralardaki profesyonel bir tenisçinin seyahat, otel ve ekipman masrafı yıllık 100.000 USD civarında. Bu rakama tabii ki antrenör ve fizyoterapist ücretleri dahil değil. İlk 20 sıradaki oyuncular için milyon dolarlar söz konusu iken, 250. sırada bir oyuncu için 20.000 USD bile çok önemli bir para olabiliyor. Çünkü maç esnasında sürekli olarak 1.500 dolarlık seyahat, konaklama ve yemek masrafı aklınıza geliyorsa o zaman kendinizi tamamen tenisi vermeniz ve başarılı olmanız pek mümkün olmuyor. Şu anda yeni nesil tenisçilerin yaşadığı problem tam olarak budur.  

Bu finansal sonuçların yansımaları farklı şekillerde önümüze çıkıyor. Öncelikle aileler çocuklarının sadece tenise odaklanmasını riskli buluyorlar çünkü sonuçta gelecekte ciddi bir finansal belirsizlik durumu söz konusu. İkinci olarak maddi bariyerler genç tenisçilerin yetişmesini, üst sıralara çıkmasını engelliyor ve pek çok yetenek daha hiç fark edilmeden yok oluyor. Bugün WTA ilk 100 sıralamasında oyuncuların % 29’u, 29 yaş ve üzerinde bulunuyor. ATP’de ise bu rakam % 41. Bir başka deyişle erkeklerde ilk 100 sıralamasında 29 yaş ve üzerinde bulunan 41 oyuncu var. Bu iki rakam bile tenisin geleceğinin nasıl bir tehlike altında olduğunu açıkça gösteriyor. Dolayısıyla üst ve alt sıralar arasındaki bu gelir adaletsizliğini problemine acilen sistematik bir çözüm bulunması gerekiyor. 

İşte bu noktada devreye ekonomik politikalar ve “müşteri “ kavramı giriyor. Rating ve pazarlama değeri yüksek olan sporcuların neredeyse her dakikası takip ediliyor, organizasyonlar yapılıyor, ürünler satılıyor, herkes çok mutlu görünüyor. Bunlar tabii ki tenisi sevdirmek adına belli bir oranda yapılması gereken şeyler ama alt tarafta olanların finansal dramına bu kadar kayıtsız kalmak gerçekten anlaşılır bir şey değil. Üst düzey oyuncular bu konuda proaktif davranıp destek kampanyaları yapıyorlar ancak dünya tenisini yöneten ATP, WTA gibi kurumlar sanki böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaya devam ediyorlar. 

Pandemi döneminin tenis dünyasındaki en önemli konularından biri de alt sıralardaki oyuncuların finansal problemleri oldu. Çünkü yılın her haftasında turnuva olan ve dolayısıyla farklı konuları düşünme fırsatı vermeyen tenis takvimine pandemi arası verilince akıllara , "Acaba bu turnuvasız dönemde alt sıralardaki oyuncular nasıl geçiniyorlar“ sorusu geldi. Djokovic önderliğinde bir kampanya başlatıldı. Daha sonra Fransa Tenis Federasyonu ve farklı kuruluşlar da bu tenisçiler için yardım fonları oluşturdu. Bu sürece kimi oyuncular destek verirken, kimisi karşı çıktı, örneğin Dominic Thiem “Genç tenisçiler herhalde açlıktan ölmezler, dünyada bu kadar fakir varken gidip onlara yardım ederim“ dedi. Başka farklı oyuncular Thiem’e tepki gösterdi ve bu şekilde konunun asıl odağından hızla uzaklaşıldı.  Genel anlamda bunlar kişisel bazda yapılan kampanyalar olduğu için ortaya çok farklı görüşler çıkabiliyor. Ancak gerçek olan bir şey var ki geleceği kurtarmak adına artık çok daha kurumsal ve kalıcı bir planlamanın yapılması gerekiyor çünkü kişisel çabalar sadece günü kurtarıyor. Ayrıca Thiem örneğinde olduğu gibi farklı görüşler ortaya atılıp konu asıl merkezinden farklı noktalara çekilebiliyor. 

FON KURMAK BU KADAR MI ZOR?
Alt sıralardaki tenisçiler için kalıcı bir finansal bir sistem kurmak bu kadar mı zor, buna bir bakalım.  ATP ve WTA’da 150 – 650 arasındaki sıralarda bulunan 1.000 tenisçi (500 erkek + 500 kadın) için bir fon oluşturduğumuzu düşünelim. Yukarıda da belirttiğim gibi bu seviyelerdeki tenisçilerin yıllık maliyeti ortalama 100.000 USD civarında. Bunun 60.000 dolarının fon tarafından karşılanacağını planlarsak 1.000 tenisçi için ortaya toplam yıllık 60 Milyon USD'lik bir tutar çıkacaktır. Sadece Amerika tenis ekonomisinin 6 Milyar USD olduğunu, Avustralya’da Rod Laver Arena’nın 275 Milyon dolarlık yenileme maliyetini düşünürsek bu fon tutarı dünya tenis ekonomisi için sadece bir ondalık kesir değeridir. 

En önemlisi ise belirli bir sıralamaya girdiği anda yıllık masrafının % 60’ının yönetim tarafından karşılanacağını bilmek genç oyuncuları mental olarak yukarı taşıyacaktır ve daha fazla tenise odaklanacak oyuncuların ne yapabileceklerini tahmin etmek çok zor değil. Özellikle majör turnuvalarda birçoğu ilk turda figüran olmaktan öteye gidemeyen yeni nesil oyuncuları bu şekilde ileriki turlarda daha fazla görebiliriz. Bu şekilde üst sıralardaki 20 yaş sınırındaki oyuncu sayısı da artacaktır.  
Sonuç olarak sanki çözümü çok zormuş gibi sürekli olarak üzerinde konuşulan ama hiçbir aksiyon alınmayan ve yukarıda anlattığım gibi aslında sadece Amerika yıllık tenis ekonomisi rakamının % 1’ini alt sıralardaki oyunculara aktarmak gibi bir organizasyonu yapmak için daha ne bekleniyor, bunu dünya tenisini yöneten kurumlara sormak gerekiyor. 

Günümüzde 1995 sonrası doğanlar olarak adlandırılan Z ve Z sonrası kuşaklarının davranış ve tüketim biçimlerinin ana hatları çok belirgin, önceki nesillere göre çok daha kolay sıkılan, vazgeçebilen dolayısıyla ilgilerini ayakta tutabilmek için zengin bir içerikle beslenmesi gereken bir nesil geliyor. Tenisi yönetenler, dünyanın en önemli bireysel sporu olan tenisin bu özelliğini kaybetmesini istemiyorlarsa , “Potansiyel yeni tenis seyircileri “ ile aynı kuşağa mensup sporcuları acilen sisteme kazandırmaları gerekiyor ve bunun da yolu öncelikle bu tenisçileri finansal olarak garantiye almaktan geçiyor. Aksi takdirde önümüzdeki 10 yılda tenis kitleler bazında ciddi bir ivme kaybedebilir. Federer, Nadal ve Djokovic’in emeklilik kararları da bu olumsuz süreci hızlandıran bir başka faktör olacaktır.