Henüz 18 yaşında iki oyuncunun böylesine büyük bir sahnede bu seviyede bir tenis oynayabilmesi gerçekten inanılmaz ancak Amerika Açık bazında baktığımızda özellikle çeyrek finalden itibaren bu eşleşmenin aslında sürpriz olmadığını görüyoruz çünkü hiçbir oyuncu bu turnuvada Leylah Fernandez ve Emma Raducanu seviyesinde değildi.

Genel anlamda bakmak için ise yarı finallere gitmek lazım çünkü o turda dramatik sonuçlar elde etmek mümkün. Örneğin özellikle son 5 yıldır daha iyi olabilmek çok ciddi çalışan ve bu çabanın meyvelerini 26 yaşında daha yeni almaya başlayan Maria Sakkari, yarı finalde Raducanu karşısında
kaybolan yıllarına çok üzülmüş olsa gerek çünkü karşısındaki oyuncu onun tenis hayatı boyunca biriktirdiği tüm değerlere henüz 18 yaşında sahipti. Son 2 seneyi de pandemi dönemi olarak düşünürsek, büyük ihtimalle maç boyunca Yunan tenisçi rakibi için “ hangi zaman diliminde bu seviyeye gelebildin“ diye düşündü durdu, Sakkari’nin yarı finaldeki gerginliğinin en büyük sebebi de buydu. Ama yetenek acımasız bir faktör ve Raducanu’da fazlasıyla var. Benzer bir durum yarı finalde dünya 2 numarası Aryna Sabalenka için de geçerliydi. Leylah Fernandez karşısında final setinin son oyununa gelindiğinde kan-ter içinde,
fiziksel ve mental açıdan bitmiş, perişan durumdaki Sabalenka’nın servis bile atmaya bile mecali kalmamıştı zaten iki çift hata ile maçı bitirdi. Muhtemelen o da Osaka kadar olmasa da kısa bir süre tenise ara verebilir, Fernandez’in rakipleri üzerinde böyle bir etkisi var.

KALİTELİ FİNAL
Final maçı da beklentinin üzerinde bir tenis seviyesi ile oynandı. Yaşlarının ötesinde bir mental seviyeyle oynayan, akıllı ve etkili servis atabilen, iyi savunma yapan, oyunun yönünü yüksek seviye vuruşlar ile değiştirip hücuma da iyi çıkabilen, az hata ile oynayan, kort parselizasyonu, görüşü, hızı yüksek olan ve bütün bunların sonucu olarak üzerine gelen her topu bir şekilde çevirebilen ( bu yaşta daha ne olsun ) iki tenisçiden bol uzun rallili, keyifli bir maç izledik. Fernandez’in solak olması kendisi için avantajdı, maç içerisinde de bu avantajını kullandığı yerler oldu ama çok önemli 3-4 puanda Raducanu’nun backhandine gelmesi ve bunun sonucunda bu puanları vermesi solaklığının kar zarar hanesini bu maç özelinde biraz karartıyor. Yukarıda saydığım özellikler içinde oyun sezgisi ve yeteneği rakibine oranla biraz daha önde olan Raducanu şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Tabii ki bu maçta çok fazla jenerik puan var ancak ben 3 tane seçtim, 1.sette skor 3-3 ve 40-30’da Raducanu’nun oyunu bitiren puanı; 2.sette skor 3-2 ve 30-40’da yine Raducanu’nun servis kıran puanı ve ikinci sette 5-2’de 40-40’da Fernandez’in avantajı aldığı muhteşem puanı… 

Bu örnekler bile dün akşam özel ve çok normal olmayan oyuncular izlediğimizi gösteriyor. Aslında iki tenisçinin de oynadığı “tekniğe dayalı kompakt tenis “ bundan sonraki dönemde özellikle junior seviyelerinde antrenörlerin daha farklı açılardan bakmalarını sağlayacak diye düşünüyorum.

Son söz de İngilizler için… Bu kadar gelişmişliğine rağmen İngiltere tuhaf bir şekilde bazı önemli sporlarda büyük bir kısırlık yaşıyor. Mesela icat ettikleri ile övündükleri futbolda 54 yıldır hiçbir ulusal başarı olmaması çok tuhaf. Aynı şekilde teniste 40 küsur yıl Andy Murray ve Emma Raducanu’yu beklemeleri de aynı şekilde çok enteresan. Gerçi bu konuyu Simon Kuper ve Stefan Szymanski yazdıkları Futbolun Şifreleri kitabında “ İngilizler Neden Hep Kaybeder?“ başlığı altında inceler. İngilizler tüm bu yarışma sürecini 8 evre olarak yaşar ve sonunda hep başa döner. Tüm sporlara uygulayabileceğimiz bu döngüyü tenis için de
rahatlıkla düşünebiliriz. Bu anlamda bu kısırlığı ve döngüyü kırmak adına Raducanu’nun zaferi ada halkını fazlasıyla mutlu etmiş olsa gerek.