Yılın son Grand Slam turnuvası Amerika Açık'ta kadınlar final haftasını seyrederken hep aklıma şu soru geldi : “Acaba Serena Williams 2012 yılındaki formu ile burada olsa neler olurdu ? “ Aslında sorunun cevabı çok basit “1 saatten biraz fazla süren maçlarla Serena rahatlıkla şampiyonluğu alırdı.” Çeyrek final tablosuna baktığımız zaman gördüğümüz görüntü buydu, o tablodaki 8 oyuncu da Serena’nın iyi zamanları ile mücadele edebilecek durumda değildi. Ancak final maçında Iga Swiatek için bir istisna yapabileceğimizi görmek tenisin gelecekteki kalitesi adına umut vericiydi. Final maçı öncesinde Swiatek atletizm, hız ve tekniğine güvenirken; Ons Jabeur’de turnuva boyunca rakibinin bir türlü işlemeyen servislerinin final maçında da aynı seviyede olmasını umut ederek, Polonyalı tenisçinin oyununu bozup alıştığı ritmin dışına çıkararak hedefe ulaşmayı planlıyordu.  

Ancak işler Jabeur’un tahmin ettiği gibi gitmedi ve ritim dışına çıkan kendisi oldu. Swiatek ortalamada yüzde 79 ile ilk servisini oyuna sokunca zaten kort içi parselizasyonu ve hızı olağanüstü olan rakibi karşısında yapabileceği fazla bir şey kalmadı. İlk seti rahat bir oyunla tamamen domine ederek 6-2 alan Swiatek, 2.seti de tie-breakle 7-6 alarak 2-0’lık setlerle üçüncü grand slam şampiyonluğuna ulaştı. Bu şekilde aktif oyuncular içinde 3 veya daha fazla şampiyonluk sayısına sahip 5.tenisçi oldu. Polonyalı oyuncu tek eksik yönü gibi görünen servisini de geliştirebilirse turda çok ulaşılmaz bir oyuna sahip olabilir. Böyle bir durumda da artık kendisi için çift haneli majör şampiyonluk sayılarını telaffuz etmeye başlayabiliriz. Ons Jabeur’un ise harika senesi devam ediyor, Wimbledon’dan sonra Amerika Açık finali her ne kadar kaybedilse de bu kadar yüksek seviyelerde olmak Tunuslu oyuncuyu fazlasıyla mutlu etmiştir.

ALCARAZ ETKİSİ
Erkeklerde de aynı soruları ve düşünceleri paylaşabiliriz; “Novak burada olsaydı, neler olurdu?". Aslında aynı cevabı yine vereceğiz “Çok rahat bir şekilde şampiyon olacaktı “. Çünkü yine çeyrek final tablosuna baktığımız zaman Sırp oyuncudan üç set alabilecek bir tenisçi bulunmuyordu. Ancak finalde yine kadınlarda olduğu gibi bu işi ileride en iyi şekilde yapacak bir oyuncu şampiyon oldu: Carlos Alcaraz. İspanyol oyuncudan çok büyük bir beklenti vardı ancak bu kadar çabuk gelişebileceğini herhalde çok kimse tahmin etmiyordu. Bu sene aralarında Madrid ve Miami Masters’ın olduğu dört şampiyonluğun üzerine Amerika Açık’ı ekleyip bir de dünya bir numarasına yükselmek gerçekten çok çarpıcı bir grafik.

Kortta etkileyici bir atletizm, yüksek bir kondisyon ve savaşçı ruhu bize 19 yaşındaki Nadal’ı fazlasıyla hatırlatıyor. Tabii ki Casper Ruud’un da hakkını yemeyelim, Norveçli oyuncu muazzam bir planlama ve programla çalışıyor, dün akşamki final bu sene Roland Garros’tan sonra ikinci grand slam finaliydi. Ancak her şeye rağmen genel havası ve enerjisi ile rakibine oranla daha fazla “ normal oyuncuya “ benzeyen Casper Ruud biraz da bunun bedelini ödedi. Büyük ihtimalle Roland Garros’ta bir başka “Normal olmayan “ Nadal karşısında da benzer duyguları hissetmiş olsa gerek.